Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Why isn’t my brain working?
Datis Kharrazian
Elephant Press 2013
Dr Datis Kharrazian nörolojik ve otoimmün nörolojik hastalıklarda fonksiyonel ve bütüncül yaklaşım yapan bir hekim. 2013 senesinde yayımlanan bu neredeyse 600 sayfalık kitabında yediklerimizi, içtiklerimizin, hareket miktarımızın ve uyku düzenimizin nasıl beyin fonksiyonlarını etkilediğini, ve işler yolunda gitmediğinde beynimizin nasıl çalışmaz hale geldiğini anlatıyor.
Kitap 20 bölümden oluşuyor; önce beynin fizyolojisinden başlayarak, şekerin, glutenin, stresin etkilerinden, bağırsakların beyin üzerine etkilerinden, nörotransmitterlerden toksinlere kadar beyin sağlığını ilgilendiren konular ele alınmış.
Beyin sağlığı bozulduğunda Alzheimer hastalığı, Dikkat dağınıklığı, uyku problemleri, beyin sisi, depresyon, duygu durum değişiklikleri, premenstrüel sendrom, ve menopozla ilişkili yakınmaların görülebileceğini belirtiyor Dr Kharrazian.
Ayrıca gündelik yaşamımızı etkileyecek; öğrenme güçlüğü, isteksizlik, motivasyon kaybı, hayat ve hobilerden zevk almama, hesapları eskisi gibi yapamama, el yazısında bozulma, dengesizlik, denge kayıpları, yollarda kaybolma, sindirim problemleri de görülmeye başlar. Beyin sağlığını düzeltecek tedbirler alınmazsa da işler giderek sarpa sarar.
Beyin 101
Beynin gri madde gelişiminin 9, beyaz madde gelişimin ise 19 yaşında tamamlandığını belirttikten sonra Dr Kharrazian ilk bölümde beynin bölümleri ve işlevlerini anlatmış. Benim burada minik bir eklemem var; beynin beyaz madde gelişiminin/bağlantılarının 25 yaşına kadar devam ettiği gösterildi. 25 yaşından sonra da yeni bağlantılar yapabiliyorsunuz, hatta hipokampüste yeni hücreler de ortaya çıkabiliyor.
Frontal bölge: Muhakeme, karar verme, plan yapma, odaklanma, motivasyon, ince motor koordinasyon, sosyal normlara uygun davranma, impulsları kontrol etme ile görevli beyin bölgesi.
Frontal bölgede sağılığında problem olduğu zaman:
Temporal bölge: Bu bölgenin işlevleri arasında sesleri ayırt etme, sesleri işleme, hafıza işlevleri, öğrenme, uzaysal oryantasyon ( gözler kapalıyken bedeninin hareketlerinin farkında olma) ve sirkadiyen ritimleri düzenleme var.
Temporal bölgenin işlevleri kaybolduğunda
Pariyetal bölge: Bu bölge uzuvlar, cilt, kaslar, kemikler ve dilden gelen bilgileri ve verileri işler ve anlamlandırır.
Bu bölgenin işlevleri kaybolduğunda
Beyincik: Bu bölge hareketlerin düzgün yapılması için koordinasyon sağlar.
Beyinciğin işlevleri bozulduğunda:
Oksipital bölge: Bu bölgenin işlevleri arasında görsel bilgiyi işleme, anlamlandırma, şekil, yüz, ve renk tanıma var.
Oksipital bölgenin işlevleri kaybolduğunda görsel bilgileri anlamlandırmada zorluk, okuduklarını anlamama görülebilir.
Beyin sapının üst 1/3 sempatik sisteme yani kavga et/kaç sistemi etkisi altında. Alt 2/3 sistemi ise dinlenme, uyku, sindirme ve güçlü bağışıklık için gerekli parasempatik sistem etkisi altında. Sempatik sistem ve parasempatik sistem tahterevalli gibi; ya birisi, ya da diğeri aktif. O nedenle kronik stres altındayken ve sempatik sistemimiz full gaz çalışırken sindirim, uyku, bağışıklık işlevleri zarar görüyor: IBS, uykusuzluk, sabah yorgun uyanma, kolay hastalanma ve otoimmün hastalıkların oluşumu kolaylaşıyor. İdeal olan ve günümüzde artık neredeyse olmayan hal ise parasempatik sinir sistemi aktifliği.
Bebek ilk doğduğunda parasempatik sistem tam gelişmemiştir: Bebek büyüdükçe kalp hızı yavaşlar, solunum sıklığı düşer, göz bebekleri küçülür, anne sütünden başka besinleri sindirebilir hale gelir. İleri yaşla beraber bu kazanımlar yavaş yavaş kaybolur, bebeklik günlerine yavaş bir dönüş başlar.
Ergenlikten sonra sempatik sinir sistemi baskınlığı soğuk eller ve ayaklara artı kan dolaşımı yetersizliği/aksamasına bağlı tırnaklarda mantar oluşumuna neden olur.
Plastisite ve umut
Mesele kaç tane nöronunuz olduğu değil; bu nöronların birbiri ile ne kadar iyi iletişim kurduğudur.
Beynimizi ne kadar kullanırsak hücreler arasın iletişimi ve beynin plastisitesini o kadar artırırız. Beyinin plastisitenin artması; esnekliğin, öğrenmenin , problemlere yaratıcı çözümler bulmanın artması demektir.
Ama nasıl ki yeni davranışlar öğrenip kalıcı hale getirebiliyorsak, beyniniz negatif bilgileri öğrenip, bu bilgilerle ilgili beyin hücreleri arasında daha çok bağlantı oluşturabilir. Kronik ağrı, PTSD (travma sonrası stres bozukluğu) ve fantom ağrılar bu negatif plastisite nedeniyle gelişirler ve sürerler.
Çocukluktan itibaren beyin ne kadar stres içinde yaşarsa, stres yanıtını ortaya çıkarmakta o kadar mahir olur: küçücük, incir çekirdeğini doldurmayacak stresler büyük ve geçmeyen stres neden olurlar; geçmeyen stres de uykusuzluk, kal damar hastalıkları, yüksek tansiyon ve kaygı bozuklukları ve duygu durum bozukluklarına yol açar.
Ama en bölümün başında söylendiği üzere beyninizi değiştirerek stres karşısında daha uygun yanıtlar vermesini sağlayabilirsiniz.
Sınıfta kalan beyin
Çağımızın en önemli sağlık sorunları kalp damar hastalıkları, kanser ve nörodejeneratif hastalıklardır (Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı).
Beyin dejenerasyonu yıllar içerisinde çok yavaş geliştiği için hem kişin kendisi, hem de çevresindekiler tarafından uzun süre fark edilmeyebilir. Bir diğer problem de dejenerasyonun bizatihi kendisi nedeniyle sürecin farkına bile varmayabilirsiniz. Ara sıra bir şeyler unutmak yaşa bağlanır, bir şeyler okurken uykuya kalmak yorgunluktan zannedilir, hayatın artık tat vermemesi stresten denir…zaten bir sürü insanın yemekten sonra içi geçmez mi?
Beyin dejenerasyonun ilk 3 bulgusu- her ne kadar öyle gözükmese de- yorgunluk, depresyon ve mide bağırsak yakınmalarıdır. Özellikle gidilen tüm hekimlere ve düzenlenen tüm tedavilere rağmen devam ediyorsa…
Bir nöron neye ihtiyaç duyar?
Beyin hücreleri nöronların en çok şekere glukoza ihtiyaç duyar; ama dalgalanan, bir yükselip, bir alçalan değil; istikrarlı olarak normal seviyelerde seyreden şeker miktarlarına (düzeylerine). Dolayısı ile diyabet, insülin direnci, devamlı karbonhidrat tüketme, her öğünde ve aralarda şeker tüketmek beyin hücreleriniz için yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.
Beyin hücrelerinin sağlıklı işlev görmesi için sağlıklı ve yeterli sayıda nörotransmittere ihtiyacı vardır. Bağırsak sağlığı bozulduğunda ve enflamasyon varlığında nörotransmitter düzeyleri belirgin olarak etkilenir, ve dolalı yoldan beynin çalışmasını ‘baltalarlar’.
Kan şekeri düzeylerindeki düzensizlikler
Bir insanın kan şekeri düştüğünde, özellikle ani yükselme sonrası düşüklük (rebound) olduğunda şu bulgular görülebilir:
İnsülin direnci veya diyabete bağlı kan şekeri yüksek seyrettiğinde ise şu bulgular görülür:
Kan şekeri değerlerinin yüksek veya düşük olmaması yanında, gün içinde bir uçtan diğer uca savrulmaması da çok önemlidir. Kan şekeri uçlarda olunca nörotransmitter sentezi sekteye uğrar ve daha sonraki bölümlerde anlatıldığı şekilde işlevsel problemler meydana gelir.
Genel işleyişin aksaması dışında kan şekeri düşmesi böbrek üstü bezinden stres ve kavga et/kaç hormonları adrenalin ve noradrenalin salınmasına neden olarak enflamasyonu ve konik stresi artırır. Kan şekeri yükselmeleri de salınması gerekenden fazla serotonin ve GABA salınmasına yol açarak, yemeklerden sonra uykulu olmaya ve kan şekerini yükselten besinlere bağımlılığa neden olur.
Açlık hissini takiben yemek yendikten hissedilmesi gereken açlık hissinin geçmesidir. Ancak hem öğün saati yaklaşınca sinirli ve huzursuz oluyorsanız, eliniz ayağınız boşalıyorsa; hem de yemeklerden sonra yeniden doğmuş gibi enerjik oluyorsanız bu kan şekerininiz düşük ve alt sınırda seyrettiğini gösterir. Hipogliseminin iki diğer belirtisi sabahları uyanmakla olan mide bulantısı, ve sabahları kahvaltı etmeye karşı duyulan isteksizlik de olabilir. Öğleden sonra enerjiniz düşüyor, kahve ve tatlı besinler aşeriyorsanız, gece yarısı uykudan enerjik veya kaygılı şekilde uyanıyorsanız, veya kahve içmeden beyniniz çalışmıyormuş gibi hissediyorsanız da akla kan şekerinde düşüklük akla gelmelidir.
İnsülin direnci olduğunda ise kan şekeri normal sınırları üstesinde seyreder. Kan şekeri yüksekliğinin en önemli nedeni rafine karbonhidrat (un, nişasta, patates, pirinç) ve şekerden zengin beslenmedir.
Yemek sonrası içiniz geçiyorsa ve şöyle bir gözlerinizi dinlendirmek istiyorsanız, devamlı canınız tatlı bir şeyler istiyorsa; bilin ki siz de insülin direnci var. Özellikle yemeklerden sonra –ne kadar yemiş olursanız olun- tatlı bir şeyler yeme isteği, insülin direncine işaret eder, aynı zamanda da problemin devam etmesine de neden olur. İnsülin direnci aynı zamanda kocaman göbeklere ve gece uykusuzluğuna da yol açar.
İnsülin direnci kadınlarda testosteron sentezi ve salgısını artırır, yüzde kıllanmaya ve erkek tipi saç dökülmesine neden olur. Erkeklerde ise östrojen sentez ve salgısını artırarak memelerde büyümeye, kalçalarda genişlemeye, ve kolaylıkla ağlamaya neden olur.
İnsülin direncine çoğunlukla stres hormonu kortizol yüksekliği eşlik eder. Yumurta ve ciğerde bulunan fosfatidilserin bu yüksekliğin etkilerini bir miktar azaltabilir.
Fazla şeker tüketmek beyine taşınan triptofan miktarlarını ve dolayısı ile sentezlenen ve salınan serotonin miktarını artırır. Bu iyi bir şeymiş gibi gözükse de, ortamda gereğinden fazla serotoninin olması reseptörlerde duyarsızlığa neden olur; aynı miktarda etkiyi elde etmek için daha fazla serotonine ihtiyaç duyulur.
Ayrıca serotonin sentezi için B vitaminleri ve metil donörleri gibi pek çok kofaktöre ihtiyaç vardır; Fazla sentez, bu kofaktör düzeylerinde de azalmaya; uzun vadede serotonin sentezinde aksamaya neden olur.
Öğünlerde proteinden fakir, karbonhidrattan, özellikle şekerden zengin beslenmek, beyne geçen tirozin miktarlarında azalmaya neden olur. Yeteri kadar tirozin olmaması yeteri kadar dopamin sentezlenememesi demektir: ümitsizlik, değersizlik, isteksizlik, ani duygu durum değişikleri ile dopamin yetersizliği görülür.
İnsülin direnci aynı zamanda mesanenin duyarlılığını artırarak hiperaktif mesane bulgularının ortaya çıkmasına/artmasına neden olur.
Kan şekeri düzeylerinizi kontrol altında tutmak için:
Öğünlerinizde daha fazla tüketin: (Dr Kharrazian takviye önermiş. Ben size o molekülü en fazla içeren besinleri yazacağım)
*Krom: Deniz ürünleri, brokoli, sarımsak, kanatlı eti, yeşil fasulye, yumurta, kırmızı et, ciğer, mantar ve patates, karabiber, tohumlar, üzüm, elma ve muzda yüksek miktarlarda bulunur. Hayvansal kaynaklı besinlerin içerdiği krom daha kolay ve hızlı emilir. Fazla rafine karbonhidrat tüketmek kromu kullanarak depoları tüketir.
*Böbrek /böbrek üstü bezi, ciğer
*Kolin: Yumurta, kırmızı et, ciğer, kanatlı eti, balıklar, mantar, turpgiller ailesi (özellikle karnabahar ve brokoli), badem, tohumlar ve kinoada bulunur.
*İnozitol: Beyinde yüksek miktarlarda bulunan bir şekerdir. Hem insülin reseptör duyarlılığını artırır hem de yağ yakımını hızlandırır. Kronik depresyon ve melatonin düzeylerinin düşük olduğu zaman beyindeki seviyeleri de düşer. İnozitol almak bu nedenle depresyon ve uykuya da iyi gelir. Kavun, narenciye ve kuruyemişler ve baklagillerde bulunur ancak baklagiller ve kuruyemişlerin içerdiği fitat nedeniyle emilimi iyi değildir (benim bir eklemem var: kuruyemişleri suda 24 saat, baklagilleri probiyotikli suda 48 saat bekletirseniz fitat içeriğini düşürmüş olursunuz).
*Karnitin: karnitin insülin duyarlılığını artırır. Kırmızı et, sakatat, balıklar, kanatlı eti, yumurta ve daha düşük miktarlarda avokado ve kuşkonmazda bulunur.
*Koenzim Q10: Sakatat, kırmızı et, tavuk, balık, susam, ıspanak, karnabahar, brokoli, narenciye, çilek, mercimek ve Antep fıstığında bulunur.
* Vanadiyum: Mantar, istiridye, karabiber, maydanoz ve dereotu.
*Alfa Lipoik asit: En önemli kaynağı sakatattır. Başta kırmızı et olmak üzere hayvansal proteinlerde, ıspanak, Brüksel lahanası, brokoli, bezelye, kabuklu patates, pancar ve domateste bulunur.
* E vitamini: Zeytinyağı, kuruyemişler (özellikle badem), çam fıstığı, tohumlar (özellikle ay çekirdeği), et, yumurta, avokado, bal kabağı, brokoli ve yeşillikler (özellikle pazı ve kök sebzelerin yaprakları) E vitamininden zengindir.
* Magnezyum: Magnezyum en çok, yeşil yapraklı sebzeler, turpgiller, enginar ve bamya başta tüm sebzeler, kuruyemişler (en çok kabak çekirdeği, badem, kaju ve brezilya cevizi), keten tohumu, balıklar, kabuklu deniz ürünleri, kırmızı et, sakatat, demirhindi, baklagiller, avokado, kuru meyveler (özellikle kuru üzüm), muz, elma, kayısı, şeftali, bitter çikolata, kaya koruğu, susam, tahin, biberiye, kekik, fesleğen, melisa, mercanköşk, nane ve psödotahıllarda (çiya, kinoa) bulunur.
*Biyotin: Balık, sakatat, kuruyemişler, yumurta, baklagiller, ciğer, yeşil yapraklı sebzeler, mantar, avokado, tohumlarda (özellikle ay çekirdeği) bulunur.
*Çinko: Yüksek miktarda kırmızı et, kabuklu deniz ürünleri, tohumlar (ay çiçeği ve kabak, keten, susam), kuruyemişler (özellikle kaju), yumurta, patates, yeşil fasulye, kale ve bitter çikolatada bulunur.
*B3 vitamini (Niasin): Pankreas beta hücrelerine iyi gelir. Kırmızı et, sakatat, balık, kanatlı etleri, mantar, kabak çekirdeği, baklagiller, yumurta, avokado, bezelye, yeşil yapraklı sebzeler ve kuruyemişlerde bulunur.
Stres ve beyin
Devamlı yapılacak bir işinizin olması, aklınızda yapılması gerekenlerin listesinin uzadıkça uzaması bedende ve beyinde stres düzeylerini yükseltir.
Bitmek bilmeyen işler ve günlük yaşam aktiviteleri nedeniyle devamlı koşturma halinde olmak, kendine zaman ayıramamak, uykuya yeterli zamanı ayırmamak, egzersiz/harekete zaman ayıramamak var olan stresi artırır/katlar.
Stres dolu yaşamak, sindirim sitemi problemlerine, beyinde erken yaşlanmaya, beyin fonksiyonlarında yavaşlamaya (beyin sisine), ve doğru ve uygun karar alamamaya neden olur.
Stresli bir yaşam sürerken karbonhidrattan zengin beslenmek hem stres hormonu seviyelerinde artışa hem de yağ dokusunda artış ve bu dokudan salgılanan proenflamatuar maddeler nedeniyle tüm beden ve beyinde enflamasyona neden olur.
Yüksek karbonhidratlı diyet dışında stres düzeylerinin artmasına neden olan faktörler:
* Sigara içmek
* Besin maddesi hassasiyetleri/Besin alerjileri
* Anemi (kansızlık)
* Bağırsağın bakteriyel enfeksiyonları
* Bağırsağın parazitik enfeksiyonları
* Otoimmün hastalıklar
Kronik stres nedeniyle parasempatik aktivite ve enflamasyon düzeyleri yükselince sindirim problemleri de başlar. Stres ne kadar uzun sürerse beynin stres yanıtı o kadar artar.: hem küçük stresler büyük streslere nen olur, hem tepkiler çabuklaşır, pire kadar stresler fil gibi etki eder.
Özellikle PTSD hastalarında bu stres yanıtı çok daha belirgin olarak ortay çıkar; hasta ve beyni yaşlandıkça hastanın hayatında çok daha fazla yer kaplamaya başlar.
Beyin işlevlerinde bozulmaya çare olarak takviye kullanmak; sağlıksız beslenme, kan şekerinde dalgalanmalar, ve besin entoleransları olduğu zaman bir işe yaramaz; çünkü çatlakları sıvayla kapatmaya çalışmak gibi olaya yüzeysel çözümler sunar.
Beyin kan dolaşımı ve oksijen ihtiyacı
Stres aynı zamanda derin nefes alıp vermenize engel olur; yüzeysel nefes alıp vermenize neden olur. Bu da hem tüm beden dokuları hem de beyin için daha az oksijen demektir. Bu durum özellikle kalp damar sağlığı bozukluğunda, kansızlık ve hareketsizlikte daha belirgin hale gelir.
Gluten hassasiyeti
Günümüzde çölyak hastalığı ortaya çıkma riski artmaktadır. Çölyak hastalığı olmadan non çölyak gluten hassasiyeti olguları da hızla artmaktadır.
Bunun bir nedeni buğday/glutenin içinde bulunan gliadin peptidinin deamide edilmesidir. Bu kimyasal değişiklik ile normalde alkolde çözünebilen gluten suda çözünebilir hale gelir ve bedenimizin tanımadığı moleküller bağırsaklardan geçebilir.
Pek çok insan atalık ve deamide edilmemiş buğdaylara karşı intolerans göstermezken veya problem olmazken, yeni nesil işlenmiş buğday problemlere neden olur.
Deamine gliadinler doku transglutaminaz enzimleri ile dönüşümsüz bir kompleks oluşturur. Bu kompleks vücuda yabancı olduğu için bağışıklık sistemi bu kompleks karşı İgG ve İgA cinsi antikorlar üretir; bu da çölyak hastalığını başlatır.
Yemek endüstrisinde et sektöründe transglutaminaz çok kullanılır. Bu transglutaminazlar yüksek miktarlarda alındıkları , ve özellikle gluten/gliadin (deamide gliadin) ile birlikte tüketildikleri zaman bağışlık yanıtını harekete geçirebilirler.
Gluten hassasiyeti olan hastaların sadece üçte birinde sindirim sistemi problemi mevcuttur. Sindirim yakınmaları olmadan hastalar demir eksikliği anemisi, kemik erimesi, nedeni bilinmeyen karaciğer enzim yüksekliği, hazımsızlık, yorgunluk ve/veya kilo kaybı ile hekime başvurabilirler.
Nörolojik yakınması olan pek çok hastada beyinde bulunan sinapsin ve GAD (glutamik asit dekarboksilaz) moleküllerine karşı bağışıklık yanıtı mevcuttur.
Diğer tahılların içindeki proteinlerle birlikte, çölyak hastaları şu proteinlere karşı çapraz reaksiyon gösterebilir. Çölyak hastalarından daha az riskli olmakla birlikte bu olasılık non çölyak gluten hassasiyeti için de geçerlidir.
Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu glutensiz beslenmektir.
Çölyak testleri negatif olmasına rağmen buğday tüketimi yakınmaları tetikliyorsa glütensiz beslenme uygun olur.
Her iki hastalıkta da diğer tahıllar, süt ve süt ürünleri tüketimi ve hazır kahve tüketimi sınırlanmalıdır.
Likopen (karpuz, domates, greyfurt, havuç, kuşkonmaz, mor lahana, renkli biber ve maydanoz), kersetin (soğan (özellikle kırmızı soğan), roka, sarımsak, pırasa, Brüksel lahanası, karabuğday (greçka) , orman meyveleri, narenciye, elma, üzüm, maydanoz, adaçayı, yeşil yapraklı sebzeler (özellikle kuzu kulağı), kapari, yeşil çay, brokoli ve baklagillerde (özellikle kuru fasulye)) ve tirozol (sızma zeytinyağı) gluten ve gliadine bağlı olarak bağırsaklarda ortaya çıkan bağışıklık yanıtını ve enflamasyonu sakinleştirebilirler. Kersetinin, antijene maruz kalma sonrasında bağırsaklarda ortaya çıkan histamin yanıtını azaltıcı etkisi vardır. Luteolin lipopolisakritlere bağlı bağırsak duvarında gelişen enflamasyonu sakinleştirir.
Apigenin (Maydanoz, nane, kekik, kereviz sapı, kereviz, limon, greyfurt, papatya, biberler ve marullar) bağırsak bakterilerinin enflamasyon tetiklemesini azaltırlar.
Beyin-bağırsak ekseni
Beyin ve bağırsaklar karşılıklı ve çift yönlü olarak birbirlerini etkilerler. Bağırsaklar enflame olduğunda beyin etkilenir, beyinde yaşlanma başlayınca bağırsaklar etkilenir.
Geçmiş yıllarda saf nörolojik olduğu düşünülen parkinson hastalığı gibi hastalıkların artık bağırsaktan başladığı bilinmektedir.
Beyin bağırsak ekseni düzgün çalışmadığı zaman:
* Hazımsızlık
* Sindirim güçlükleri
* Gaz, şişkinlik
* Karın şişliği
* Et, protein, yağ ve/veya nişasta sindirimde güçlük.
Bağırsak hastalıkları beyin hastalıklarına, beyin hastalıkları, beynin yaşlanması/dejenerasyonu ve merkezi sinir sistemi travmaları da bağırsak sorunlarına neden olurlar.
Beyin dejenere oldukça vagus işlevlerini kaybeder, bu da mideden salgılanan hidroklorik asit miktarını etkiler: özellikle et veya yumurta yedikten sonra taş yemiş gibi olursunuz. Vagus sinirini stimüle etmek için
Vagus sinirinin çalışmaması bunların yanında artmış bağırsak geçirgenliğine de neden olur. Bunun nedeni bağırsak çeperini bir arada tutan sık bağlantıların açılması ve çeperin içine doluşan moleküllerin enflamasyon yaratmasıdır. Artmış bağırsak geçirgenliği bir kısır döngü ile arttıkça artar; çeperi geçen sindirilmemiş besin maddeleri ve bakterileri bağışıklık yanıtını tetiklerler.
Bağırsaklar içinde yaşayan bakterilerde beyin işlevleri ve nörotransmitterler üzerine söz sahibidir. Sağlıksız beslenme, hareketsizlik, stres ve antibiyotik kullanımı ile nörotransmitter üretiminde aksama olur. Ayrıca kötü bakterilerin sayısının artması artmış bağırsak geçirgenliğine neden olur. Kana karışan lipopolisakarit duvarı olan bakteriler depresyon ve kaygı bozukluğuna neden olabilir, var olan bulguları artırabilir. (sitokin depresyonu).
Bağırsaklarda üretilen ve beynin işlevleri üzerine etkili olan pek çok molekül vardır: P maddesi ( substance P, neurotensin, galantin, kolesistokinin, sitokinler, peptitler, ghrelin). Bu maddeler depresyon, duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları, Parkinson hastalığı ve Alzheimer hastalığı gibi pek çok hastalığın oluşmasında söz sahibi olabilirler.
Artmış bağırsak geçirgenliği kontrol altına alınamazsa otoimmün hastalıkların gelişimine zemin hazırlar. Hem artmış enflamasyon bağışıklık sisteminin teyakkuza geçmesine, hem de artmış bağırsak geçirgenliği sonucu kana karışan antijenlerin vücut dokuları antijenleri ile çapraz benzerlik göstermesi otoimmün süreci tetikler.
Batı tipi beslenme ve içerdiği gluten, süt ürünleri, işlenmiş gıdalar ve kızartılmış gıdalar artmış bağırsak geçirgenliğinin en önemli nedenleridir. Tabii Batı tipi beslenme içinde yerini almayan kuruyemiş, sebze, balık yememenin de etkisi vardır. Sık alkol tüketmek de bağırsak geçirgenliğini artırır.
Diğer önemli bir neden de kronik strestir. Stres bağlı devamlı salgılanan ve kandaki seviyeleri yüksek seyreden stres hormonu düzeyleri nedeniyle bağışıklık sistemi baskılanır, enflamasyon oluşur, bağırsak çeperinin oksijenlenmesi ve kanlanması bozulur; bunların hepsi artmış bağırsak geçirgenliğine neden olur. Kronik stres gündelik hayattaki kişiler arası ilişkilerin getirdiği sorunlar, tepesine kadar dolu günlük program, maddi sorunlar, karşılaşılan problemlerle baş edememe neden olduğu kadar, uykusuzluk ve ağır spor yapma da etki eder.
Artmış bağırsak geçirgenliğine neden olan diğer nedenler: bağırsak içi enfeksiyonlar, antibiyotik kullanımı, hipotiroidi, hormon düzeylerinde düzensizlikler, yüksek kan şekeri, insülin direnci ve diyabet ve otoimmün hastalıklar ev oksidatif strestir.
Beyin enflamasyonu
Bir kişide şu belirtiler olduğu zaman akla beyin enflamasyonu gelmelidir:
*Beyin sisi
*Düşünceleri toparlayamama, kafa karışıklığı
*Düşünce hızında yavaşlama
*Yemeklerden sonra konsantrasyon kaybı, beyin yorgunluğu, odaklanamama
*Kimyasallar, koku, parfümlere maruz kalma sonra beyin yorgunluğu
bedenin herhangi bir yerinde olan enflamasyon (eklem problemleri, romatizma, enfeksiyonlar, bağırsak hastalıkları/enflamasyonu, otoimmün hastalıklar) sitokin isimli kimyasalların kana karışmasına neden olur.
Beynin yapının temelde 3 çeşit hücre oluşturur: sinir hücreleri nöronlar, bağ dokusu hücreleri ve bağışıklık sistemi hücreleri mikroglialar. Mikroglialar normal koşullar altında sessiz sakin beyinde oluşan metabolizma ürünlerini temizlerken, enflamasyon varlığında bağışıklık cevabını çok şiddetli şekilde artırarak enflamasyona katkıda bulunur ve çok çeşitli sitokin ve diğer kimyasalları salgılayarak çevrelerinde zarar neden olurlar.
Nöroenflamasyon denen bu durum sonucunda hastalarda kısa vadede beyin sisi, mental hızda yavaşlama, hareketlerde ve konuşmada yavaşlık görülebilir. Uzun vadede ise Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı gibi nörodejeneratif hastalıklar görülür.
Nöroenflamasyonun diğer bir sonucu da depresyon ve duygu durum bozukluklarıdır. Nöroenflamasyon varlığında beynin ön bölgelerinin aktivitesi değişir; hem duysal kortekste hem de orta beyinde ağrıya duyarlılık hem de kolaylıkla negatife kayma ve anksiyete gelişimi görülür. Aynı zamanda enflamasyon varlığında salınan kimyasal ve sitokinler (IL-2, IFN-gama) depresif bulgulara, isteksizlik, neşesizlik, kaygı bozuklukları, yorgunluk ve somatik yakınmalara (mesela ağrı, uyuşma, karıncalanma) neden olur. İnterferon gama bir diğer yolla aynı zamanda triptofan molekülünü enflamatuar yolaklarda kullanarak hem serotonin sentezi için gerekli 5-hidroksi triptamin (5-HT) düzeylerini düşürür, serotonin üretilemez, hem de enflamatuar yolağa sapmış olan triptofan metabolitleri anksiyete ve depresyonu artırıcı etki gösterir.
Beynin işlevlerini etkileyen diğer bir faktör de kan şeker seviyesinde görülen dalgalanmalardır. Bir insanın kan şekeri ne kadar yüksek olursa hafıza ve kısa vadeli beyin işlevleri o denli bozuk olur.
Nörodejeneratif hastalıklar beynin ve merkezi sinir sisteminin belli bölgelerindeki hücrelerin tedrici ölüm ve kaybıdır. Klinik bulgular, hasar/harabiyet oluşmaya başladıktan sonra 10 sene içinde kendini gösterir. Dejenere olmuş nöronlar mikroglialar tarafından temizlenirler. Anca enflamasyon durumunda mikroglialar daha aktif oldukları için bu temizleme işlemi ortama daha fazla enflamatuar sitokin salınması ile sonuçlanır.
Parkinson hastalığında beynin sustantia nigra bölgesinde mikroglialarda artış ve beynin diğer bölgelerine göre artmış sayıda bağışıklık sistemi hücresi bulunur. Bu enflamasyonun en önemli nedenlerinden birisi artmış bağırsak geçirgenliği sonucu kana karışan bağırsak bakterileri ve duvarlarındaki lippolisakakrittir.
Beyin hücresi ölümü ve harabiyetine neden olan diğer bir faktör oksidatif strestir.
Nöroenflamasyon sonucunda sinir hücreleri arasında iletim yavaşlar, beyin sisi, düşünce hızında yavaşlama, okuduklarını anlamama, reflekslerde yavaşlama ortaya çıkar. Ayrıca enerji üretiminde sıkıntı olur, okumak, yazmak, araba kullanmak, ve zihinsel faaliyetler sonrası kolay yorulma ortay çıkar, depresyona girme olasılığı artar. Önü alınamayan veya sakinleşemeyen enflamasyon eninde sonunda sinir hücresi nöronların ölümüne neden olur.
Mikrogliaları aktive eden ve zarar verici hale getiren 3 önemli faktör: Diyabet, kan şekeri yüksekliği ve insülin direnci, son olarak da yüksek karbonhidrat ve şeker tüketmektir. Diğer nedenler arasında yavaşlamış kan dolaşımı, hareketsizlik, kansızlık (anemi) ve kronik stres sayılabilir.
Beyne zarar veren diğer bir madde de homosisteindir. Homosistein molekülleri kan beyin bariyerini oluşturan endotelial hücreler arasındaki sıkı bağlantılara zarar vererek kan beyin bariyerine zarar verir; beyne geçmemesi gereken maddeler ve hücreler kolaylıkla geçebilir. Homosistein düzeylerinin yüksek olması ayrıca damar cidarında zedelenmeye, damar içi pıhtılaşmaya neden olur. Ayrıca yüksek homosistein düzeyleri depresyon ve anksiyeteye neden olabilir.
Homosistein yüksekliğine neden olan ve beyne zarar verebilecek durumlar:
*Folik asit düşüklüğü
*B6 vitamini eksikliği
*B12 vitamini eksikliği
*Hipotiroidi
*Böbrek hastalıkları
*Sedef hastalığı
*Sigara içmek
*Sık alkol tüketmek
*Fazla kahve tüketmek
*Diyabet
*Romatoid artrit
Mikrogliaları sakinleştirmek ve enflamasyon ve nörodejenerasyonun önünü kesmek için:
Nörolojik otoimmunite
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde otoimmün hastalıkların sıklığı giderek artmaktadır; her on kişiden birinde otoimmün hastalık görülmektedir; bu hastaların bir kısmında ise birden çok hastalık mevcuttur.
Otoimmünite, vücut dışında herhangi bir moleküle karşı geliştirilen bağışıklık yanıtının, vücudun kendi dokularına yönlendirilmesi nedeniyle, bedenin kendi kendisine olan bağışıklık savaşıdır.
Tüm organlar olduğu gibi merkezi sinir sistemine karşı otoimmünite gelişebilir. Bu yanıt beyne, beyinciğe, beynin damarlarına, hücrelerine, bağ dokusuna, sinir kılıflarına, hücreler arası bağlantılara, reseptörlere, omuriliğe, koldaki-bacaktaki sinirlere karşı gelişebilir.
Günümüzde en sık görülen otoimmün hastalıklar tiroid bezinin hastalıkları (Hashimoto hastalığı, hipertiroidi), çölyak hastalığı, pernisiyöz anemi (mide hücrelerine karşı gelişir), ülseratif kolit, Crohn hastalığı ve romatoid artrittir.
Belli bir yaştan önce, özellikle gençlerde görülen hafız kaybı, beyin sisi, dengesizlik, kafa karışıklığı, baş dönmesi ve duygu durum bozukluklarında akla nörolojik otoimmünite gelmelidir.
Bu antikorlar ve ilişkili otoimmün süreç, bilişsel faaliyetlerde aksama, sinir ucu iltihabı (polinöropati), zaaf, yorgunluk, karıncalanma ve görme problemlerine neden olabilirler.
Otoimmünite sonucu artan antikorlardan birisi Glutamik asit dekarboksilaz (GAD) enzimine karşı antikorlardır. GAD enzimi sakinleştirici ve inhibe edici GABA üretimi için elzemdir. GABA molekülü beynin yüzeyini sakinleştirirken, kaygı gelişimini azaltır.
Hashimoto hastalığı, non çölyak gluten hassasiyeti, çölyak hastalığı, Tip I diyabet başta olmak üzere pek çok otoimmün sürece anti-GAD pozitifliği eşlik eder.
Besinlerle aldığımız glutamik asiti glutamata dönüştürürüz. Glutamat beynin uyarılabilirliğini artıran eksitatör bir nörotransmiterdir. GAD enzimi ikinci bir reaksiyon ile glutamatı GABA’ya dönüştürür. GAD enzimine karşı antikorlar geliştiği zaman GABA sentezlenemez, beyin glutamatın etkisi ile fazla uyarılabilir kalır, sakinleyemez. Tüm bunlar anksiyeteye neden olur.
GAD, beynin dışında pankreasta bulunur ve insülin sekresyonunu düzenler; otoimmün diyabetin ilk bulgularından birisi kanda anti GAD antikorları bulunmasıdır.
Anti GAD antikorlar gluten ataksisi olan hastalarda da sıklıkla yükselir.
GAD antikorları yüksek olan hastaların gluten dışında dışarıdan glutamat yememeye dikkat etmeleri gerekir. Glutamat en çok umami tadı vermek üzere pek çok hazır ve işlenmiş üründe ve Çin yemeklerinde mono sodyum glutamat (MSG) yüksek miktarda bulunur. Anti GAD antikoru yüksek olan hastalarda glutamat tüketmek aşırı kaygı bozukluğu, sinirlilik ve migren ağrılarına neden olabilir.
Otoimmün süreci sakinleştirmek için:
Nörotransmitterler
Beyin sinir hücrelerinin birbirleri ile komşu oldukları noktalarda, iki hücrenin birbiri ile iletişimini sağlayan sinaps boşluğu bulunur. Komşuluktaki sinir hücre duvarlarını vadi gibi, aradaki boşluğu nehir dibi düşünebilirsiniz. Nörotransmitterler iki yaka arasındaki iletişimi sağlayan küçük kayıklar gibi, bir taraftaki bilgileri diğer tarafa aktarırlar.
Nörotransmitterler yetersiz olduğunda ve eksikliği halinde dışarıdan besin veya takviye yoluyla dışarıdan almak pek işe yaramaz. Bu moleküller kan beyin bariyerini geçip görev yerlerine ulaşamaz, ayrıca sorun nörotransmitter de değil, nörotransmitterin bağlandığı reseptörde olabilir.
Beyinde nörotransmitter düzeylerini artırabilmenin en kolay ve kesin yolu egzersiz yapmaktır. Egzersiz ve düzenli hareket sonucu hem beyin kan akımı artar, hem de dopamin, norepinefrin, serotonin ve endorfin düzeyleri artar.
Serotonin yolaklarının sağlıklı çalışabilmesi için kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron düzeylerinin yerinde olması çok önemlidir.
Hemen eczaneye koşup takviye almak yerine yaşam şekli değişiklikleri yapmak ve sağlıklı beslenmek çok önemlidir.
Asetilkolin
Asteilkolin düzeyleri düşük olduğu zaman görülebilecek yakınmalar:
*Görsel hafıza problemleri
*Dilsel hafıza problemleri
*Yaratıcılıkta azalma, küntleşme
*İdrak ve anlayışta azalma
*Cisim tanıma ve yüz tanıma zorluk çekme
* Bilişsel yavaşlama
*Uzaysal olarak yön bulma ve park etme gibi becerilerde zorluk yaşama.
Asetilkolin üretimi için B4 vitamini kolin elzemdir. Kolin, et, sakatat, yumurtada yüksek miktarda mevcuttur. Bitkisel besinlerden soya ürünleri ve kuruyemişte bulunur. hayvansal ürünleri az tüketen/tüketmeyen vejetaryen ve veganlarda ve yağ tüketimi düşük kimselerde asetil kolin düzeyleri düşer.
Ayrıca koenzim A sentezi için gerekli B5 vitamini düzeyleri düşerse unutkanlık ve diğer asetil kolin eksikliği uluları görülür; Koenzim A asetilkolin sentezi için gerekli elektronları taşır.
Dışarıdan çok fazla asetil kolin takviyesi almak, asetilkolinin vagal sinir çekirdeklerini uyarması nedeniyle kas kramplarına, bulantı ve bağırsak hareketlerinde artışa neden olur.
Serotonin
Serotonin eksikliğinde görülebilecek yakınmalar:
*Hayattan ve yaptıklarından keyif alamama
*Hiddet, kızgınlık
*Neşesizlik
*Kapalı yerlerde veya kapalı havalarda depresif duygudurum
*Coşku ve heyecan kaybı
*Yediklerinden zevk almama
*İlişkilerden mutluluk duymama, zevk almama
*Derin uyku uyuyamama
Gün ışığı ve açık havada zaman geçirmek serotonin sentezi için çok önemlidir: UV ışınlar beyin sapında serotonin sentezini artırır.
Dışarıdan östrojen takviyesi veya doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda, fazla östrojen serotonin sentezi için gerekli metil vericilerinin ( metil B12, s adenozil metyonin, metil sülfat) düzeylerini düşürerek serotonin düzeylerinde düşmeye neden olur.
Serotonin sentezi için elzem olan triptofan, esansiyel bir aminoasittir, mutlaka dışarıdan besinlerle alınması gerekir. Ancak alınan triptofanın yeterli miktarlarda kan beyin bariyerini geçmesi gerekir. Fazla şeker tüketmek, fazla insülin salgılanması ve insülin direnci beyine geçen triptofan düzeylerini düşürerek beyinde daha az serotonin üretilmesine neden olur.
Triptofandan 5 hidroksi triptamin (5-HTP), 5-HTP’den serotonin sentezlenmesi için kofaktör olarak demir kullanılır. Demir düzeyi düşük olan hastalarda dışarıdan yeterli kadar triptofan (veya 5-HTP) alınsa bile serotonin üretimi yeterli miktarlarda gerçekleşemez.
Serotonin sentezinde elzem olan ve eksikliğinde serotonin düzeyleri düşen diğer moleküller şunlardır:
Uzun süre SSRI veya SNRI türü antidepresan kullanmak bu molekül düzeylerini düşürerek zaman içinde antidepresan tedavinin etkinliğinin kaybolmasına neden olur.
Sağlıklı serotonin düzeyleri sağlıklı melatonin düzeyleri ve kaliteli bir uyku için de elzemdir. Serotoninden melatonin elde edilirken metil donörleri kofaktör olarak kullanıldığı için, metil B12, P-5-P, betain ve sülfür iyi bir uyku için de önemlidir.
SSRI türü antidepresan kullanan, östrojen yerine koyma tedavisi veya doğum kontrol hapı kullanan, hipotiroidisi olan, mide koruyucu ilaç kullanan hastalarda metil donörlerinde düşme nedeniyle melatonin eksikliği görülür. Kronik stres, insülin direnci ve kan şekerinin yüksek seyretmesi de melatonin düzeylerini düşürür. Burada yazar hemen koşarak eczaneden melatonin almak yerine şeker ve karbonhidrat tüketiminin kesilmesini öneriyor, çok daha iyi yanıt alınabileceğini söylüyor.
GABA
GABA eksikliğinde görülebilecek yakınmalar:
Daha önce anlatılan GAD enzimine karşı bağışıklık yanıtı oluştuğunda GABA seviyeleri düşer. Çölyak hastaları, Hashimoto hastaları, Tip I diyabet hastalarında bu risk yüksektir.
İnsülin düzeylerinin yüksek seyretmesi, kan şekerinin gün içinde aşırı uçlarda yükselip düşmesi, oksidatif stres ve ağır metal düzeylerinin yüksek olması da GABA düzeylerini olumsuz olarak etkiler.
Dopamin
Dopamin eksikliğinde görülebilecek bulgular:
Antioksidan takviyesi dopamin yetersizliğini kısmi de olsa düzeltebilir.
Hayvansal besinlerin içerdiği fenilalanin dopamin öncüsü olduğu için, hayvansal besinlerin yetersiz alınması dopamin düzeylerini düşürür.
Tirozinden dihidroksifenilalanin elde edilmesi reaksiyonunda kullanılan aktif B6 vitamini, folik asit, demir ve yeterli oksijen olması da önemlidir. Kansızlığı olan, çok sigara içen ve kronik stresi olan insanlarda beyne giden oksijen miktarı yetersiz olabilir.
Hormon-beyin bağlantısı
Biraz uzak ve ilgisiz görünse de tüm hormonlar beynin işlevlerini etkiler. Hormonlar hem nöronların sağlığını, birbirleri ile olan iletişimi ve bağlantıları etkiler, tamirlerinde rol oynar ve enflamasyonu azaltıcı etki gösterirler.
Erkekler sık ve fazla karbonhidrat ve şeker tükettiklerinde, normalden çok ve sık salgılanan insülin, aromataz enzim düzeylerinin artmasına neden olur; aromataz enzimi testosteronu östrodiyole dönüştürerek erkekte düzeylerin normalin çok üstüne çıkmasına neden olur. İnsülin direnci ne kadar fazlaysa bu etki daha belirgin olur; ve dışarıdan takviye olarak alınana tüm testosteron molekülleri de östrodiyole dönüştürülür.
Fazla karbonhidrat ve şeker tüketmek , kadınlarda ise 17-20 liyaz enzimi düzeylerini artırır, bu enzim testosteron düzeylerini belirgin olarak artırır.
Menopozla birlikte azalan östrojen düzeyleri hem oksidatif stresi artırır, hem de mikroglia enflamasyonu artırarak beyindeki enflamasyonu. Östrojen düzeylerinin düşüklüğü ayrıca artmış bağırsak geçirgenliği ve beraberinde görülen tüm bulguların artmasına neden olur.
Menopoza girişte var olan tüm enflamatuar hastalıklar ve süreçler, menopozla birlikte şiddetlenir ve artar.
Esansiyel yağ asitleri
Yetersiz esansiyel yağ asidi alan kimselerde görülebilecek yakınmalar:
Esansiyel yağ asitleri enflamasyonu sakinleştirir, kalp damar sağlığını düzeltir, cilt ve beyin sağlığı için elzemdir. Sinir hücre membranlarının önemli bir bileşeni oldukları için hücre sağlığı, fonksiyonu ve metabolizması için çok önem taşırlar.
Esansiyel yağ asitleri içinde beyin için önemli olan yağlar Omega-3 doymamış yağlar, özellikle DHA’dır.
Fazla miktarda doymuş yağ ve omega-6 tüketmek hücre çeperlerine iyi gelmediği için beyin sağlığına da iyi gelmez.
Beyin ve toksinler
Vücudun antioksidan sistemi, karaciğer detoks sistemi ve bağışıklık yanıtı iyi olmadığı zaman maruz kalınana çevresel toksinlere karşı bedende beklenenden çok yanıt oluşur.
Son 50 senedir maruz kalınan toksin miktarının ileri boyutlara ulaşması nedeniyle durum her geçen gün kötüleşmektedir.
Hastalara ağır metallere yönelik direkt şelasyon tedavisi yapılmamalıdır: bu toksinlerin beyne gitme ve hastalık oluşturma olasılıkları yüksektir. Bunun yerine önce oksidatif stres düzeltilmeli, glutatyon ve diğer antioksidanların takviyesi yapılmalı, karaciğeri yormayacak şekilde şekersiz, fruktozsuz ve doymuş yağdan fakir beslenmeli, ve artmış bağırsak geçirgenliğinin önüne geçilmelidir.
Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Çerez ayarları tercihlerinizi kaydedebilmemiz için kesinlikle gerekli çerezler her zaman etkin olmalıdır.
Bu çerezi devre dışı bırakırsanız, tercihlerinizi kaydedemeyiz. Bu da, bu web sitesini her ziyaret ettiğinizde çerezleri tekrar etkinleştirmeniz veya devre dışı bırakmanız gerekeceği anlamına gelir.