Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Şiddetin sonuçları: Ev içi istismardan siyasi teröre
Judith Herman
Türkçeye çeviren: Tamer Tosun
İngilizce ilk basım: 1992
Türkçe ilk basım: 2007, Literatür Yayınları
Judith Lewis Herman Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri profesörü, aynı zamanda Cambridge Hastanesinde şiddet mağdurları programının direktörü.
Travmayı tıp literatüründe bir hastalık olarak kabul ettiren bu kitabı ABD’de ilk 1992 senesinde yayımlanmış. Dr Herman’ın çalışmaları ve bu kitapla birlikte travmaların ele alınış şekli ve psikiyatristlerin travmaya ve travma mağdurlarına yaklaşımı önemli ölçüde değişmiş.
Kitabın Türkçe baskısına önsöz yazan Dr Şahika Yüksel şöyle demiş: ‘Şiddetle mücadelenin birinci şartı travmatik olayların tanınması, açığa çıkmasıdır. Daha sonra travmanın getirdiği güçsüzlüğü onarıp kişinin potansiyel gücünü yeniden kazanmasını sağlamaktır’.
Doktor Herman kitabın Önsözünde vahşete verilen ilk tepkinin, vahşeti akıldan çıkarıp atmak olduğunu söylüyor. Toplum içindeki sosyal anlaşmaların ihlal edildiklerinde, bu ihlali yüksek sesle söylemenin fazlasıyla korkunç olduğunu; bunun kelime karşılığının ‘dile getirilememe’ olduğunu da belirtiyor.
Ancak vahşet gömülmeyi reddeder; vahşeti inkar etme arzusu, inkârın işe yaramadığı fikri kadar ağır basar. Lakin cinayetler er geç ortaya çıkar.
Korkunç olay hakkındaki gerçeği hatırlama ve anlatma, hem sosyal düzenin onarılması hem de bireysel kurbanın sağaltımının ön şartıdır.
Dehşetengiz olayı inkar etme isteğiyle onu yüksek sesle ilan etme isteği arasındaki çatışma psikolojik travmanın tam merkezinde yer alır. Vahşet mağduru olan insanlar, hikayelerini çoğu kez, inanılırlıklarının altını oyan ve böylelikle hem gerçeği anlatma hem de sır saklama çatışmasına hizmet eden oldukça duygusal, çelişik ve parçalı bir tarzda anlatırlar. Hikaye nasıl anlatılırsa anlatılsın, sonunda gerçek kabul edildiğinde mağdur iyileşmeye başlayabilir. Fakat çok sıklıkla sır üstün gelir; travmatik olayın hikayesi sözel bir anlatı olarak değil de bir semptom olarak ( ağrı, uyuşma, uyuyamama, sindirim problemleri, panik atak gibi) yüzeye çıkar.
Travmatize insanların psikolojik bozukluk semptomları,
hem dile getirilemez sırrın varlığına dikkat çeker;
hem de dikkati ondan uzaklaştırır.
Travmatik insanlarda bu şekilde duygusal uyuşukluk ve olayı yeniden yaşam arasında gidip gelirler.
Yazar travmatik bozuklukların, mahvedici tek bir olayın etkileri ile ortaya çıkabileceğini, ama aynı zamanda uzamış ve tekrarlayan istismarın daha karmaşık etkileriyle de görülebileceğini belirtiyor.
Travmatik sendromların ana özellikleri ortak olduğu için iyileşme süreci de ortak bir yol izler.
İyileşmenin temel aşaması güvenin tesis edilmesi,
travma hikayesinin yeniden kurulması (anlatarak, yazarak veya destekle) ve mağdur ile topluluk arasındaki bağın onarılmasıdır.
BİRİNCİ KISIM
TRAVMATİK BOZUKLUKLAR
1.1. Unutulmuş bir tarih
Psikolojik travma çalışmalarının unutmalarla dolu olduğunu ve aktif araştırma dönemleriyle unutma dönemlerinin birbirini izlediğini belirtiyor. Psikolojik travmaya çalışmanın aslında çok zor olduğunu, hem doğal dünyadaki insanın ne kadar kolay yaralanabildiğinin fark edilmesi ama aynı zamanda da insan doğasında ki kötülük kapasitesi ile insanın yüz yüze kalmasının bu zorluğu oluşturduğunu belirtiyor.
Travmatik olaylar doğal afetler ya da ‘Tanrının işi’ olduğunda, tanık olanlar kurbana sempati duymaya hazır olurlar. Fakat travmatik olaylar insan yapısı olduğunda tanık olanlar kurban ve faili arasındaki çatışmaya yakalanırlar. Bu çatışmada tarafsız kalmak ahlaken mümkün değildir. Seyirci kalanlar da taraf tutmaya zorlanır. Failin (suçu yapanın) tarafını tutmak çok caziptir (ve daha kolaydır). Her failin beklentisi seyircinin hiçbir şey yapmamasıdır. Kötü olanı görmeme, duymama ve konuşmama evrensel arzusuna başvurur suçlular.
Kurban ise sağ seyirciden acının yükünü paylaşmasını bekler. Kurban harekete geçme sözü verilmesini ve unutmamayı talep eder. Fail ise suçun sorumluluğundan kaçmak ister, unutmayı teşvik etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Gizlilik ve sessizlik failin ilk savunma hattıdır. Şayet gizlilik başarılamaz ise, bu kez de kurbanının inanılırlığına saldırı başlar. Kurban mutlak olarak sessiz kalamıyorsa, fail bu kez, hiç kimsenin onu dinlememesini sağlamaya çalışır. Bu amaçla düpedüz inkardan, en ince ve zekice akılcılaştırmaya kadar bütün argümanları etkileyici bir sıraya dizer. Her vahşetten sonra aynı öngörülebilir itirazları bekleyebiliriz.:
Asla olmamıştır.
Kurban yalan söylemektedir.
Kurban abartmaktadır.
Kurban bunu buna kendisi sebep olmuştur.
Ne olursa olsun zaman, geçmişi unutmanın ve yola devam etmenin zamanıdır.
Fail ne kadar güçlüyse gerçekliği adlandırma ve tanımlama hakkı o kadar büyüktür ve çoğunlukla onun argümanları kazanır.
1970’ lerde tecavüze uğrayan kadınlara destek sağlayan kuruluşların yaptığı çalışmalarda; kadınların tecavüzü, genelde sakat kalmaktan ve taciz sırasında ölmekten korkulan, hayatı tehdit eden bir olaya olay olarak deneyimlediğini fark ettiler.
Tecavüz sonucunda kurbanların çözülme ve uyuşukluk semptomlarının yanı sıra uykusuzluk, bulantı, irkilme reaksiyonları ve kabuslardan şikayet ettiklerini de müşahede ettiler. Tecavüz kurbanların bazı semptomlarının, savaşta muharebe sırasında gazilerin yaşadığı ve aktardığı bulgulara benzer yakınmalar olduğunu fark ettiler.
1.2. Terör
Psikolojik travma güçsüzlerin bir felaketidir.
Travma anında kurban ezici bir kuvvet tarafından çaresiz hale getirilir. Kuvvet doğadan geldiğinde afetten söz ederiz.
Yıkıcı kuvvet başka bir insandan geldiğinde ise buna vahşet denir.
Travmatik olaylar, insanın kontrol, bağ kurma ve anlam duygusu veren davranış sistemlerini altüst ederler.
İlk kez 1980’ de tanımlanan post travmatik stres bozukluğu sendromu ilk yıllarda sadece savaş sonrası muharip gazilerin yaşadıkları ve yakınmalarını dikkate alırken, ilerleyen yıllarda insanların neden olduğu kişiler arası travmalar ve vahşetleri (tecavüz, dayak, cinsel ve ev içi şiddetin diğer biçimleri) yer aldı. Travmatik olaylar olağandışıdır; ama bu olağandışılık nadir olduklarından değildir. Travmalar, insanın hayata olağan adaptasyonların alt üst ederler. Sıradan talihsizliklerin tersine, travmatik olaylar genel olarak hayata ya da beden bütünlüğüne yönelik tehditlerle ya da şiddet ve ölümle yakinen bir kişisel karşılaştırmayı gerektirir.
Travmatik olayların şiddeti tek bir boyutta ölçülemez. Travmayı nitelemeye yönelik basit çabalar en nihayetinde çeşitli dehşetlerin birbiri ile anlamsız kıyaslamalarıdır. Travmatik olayların ortak yönü çaresizlik ve terör uyandırma güçleridir.
Tehlikeye olağan insan yanıtı, hem beden hem de zihni içine alan karmaşık, entegre bir tepkiler sistemidir. Tehdit ilk önce, kişinin tehlike durumunda bir adrenalin hücumu hissetmesine ve teyakkuz durumuna girmesine neden olan sempatik sinir sistemini uyarır. Tehdit algıyı değiştirebilir: Tehlikedeki insan çoğu kez açlık, bitkinlik ve ağrıya aldırmayabilir.
Son olarak tehdit, korku ve öfkenin yoğun hissedilmesine neden olur.
Uyarılma, dikkat, algı ve duygulardaki bu değişiklikler normal ve adaptif tepkilerdir. Bunlar tehdit edilmiş insanı ya kavgada ya da kaçma da zorlu eylemler için harekete geçirir.
Travmatik reaksiyonlar, eylem beyhude olduğunda meydana gelir.
Ne direnmek, ne de kaçmak mümkün olduğunda,
insani öz savunma sistemi altüst olur ve düzensizleşir.
Tehlikeye olan yanıtın yararlılığını kaybetmiş her bir bileşeni, fiili tehlike geçtikten uzun süre sonra bile, değişmiş ve abartılmış bir durumda kalır. Travmatik olaylar psikolojik uyarılma, duygu, bilinç ve hafızada derin ve kalıcı değişiklikler yaratırlar. Dahası travmatik olaylar normal olarak entegre olmuş bu fonksiyonları birbirinden ayırabilir: Travmatik bir insan yoğun duygular yaşayabilir, olayın net hafızası olmadan veya duygu olmadan tüm ayrıntıları ile hatırlayabilir.
Nedenini bilmeden kendisini sürekli bir tetikte olma ve asabilik durumunda bulabilir.
Travmatik semptomların, kaynaklarından kopma ve kendi hayatını yaşama eğilimi vardır.
İnsanlar travmaya maruz kaldıklarında bu yaşamlarını altüst edici olayları hafızalarına entegre etme yeteneklerini kaybederler. Hafıza, bilgi ve duygunun normal bağlantısının ayrılmasının, travmatik olaya verilen yoğun duygusal reaksiyondan kaynaklandığı düşünülmektedir. Yoğun duyguların sonucunda zihin sentezleme işlevini yapamaz hale gelir, uç durumlarda çözülebilir
Bir insan terör ve çaresizliğe gark olduğunda, düzenlenmiş, koordine edilmiş, amaçlı eylemlere ait bütün aygıtlar parçalanır:
Travma sonrası stres bozukluğunun pek çok semptomu üç ana kategoriye ayrılır:
Aşırı uyarılma
Travmatik bir deneyimden sonra tehlike her an geri dönebilirmiş gibi, insanın kendini koruma sisteminin sürekli teyakkuza geçtiği görülür. Psikolojik uyarılma azalmadan devam eder. Travma sonrası stres bozukluğunun ilk semptomu olan bu aşırı uyarılma durumunda, travmatik insan kolaylıkla irkilir, küçük provokasyonlara asabi reaksiyonlar verir, uykusu bozulur
Otonom sinir sisteminin kronik uyarılması sonucu görülen irkilme reaksiyonları, aşırı teyakkuz, tehlike dönecek diye tetikte olma, kabuslar ve bir çok psikosomatik şikayetleri savaş muharip gazilerinde ve günlük yaşam şiddetine maruz kalan kurbanlarda görülebilir.
Uyarılmadaki artış, uyanıklık durumu kadar uyku esnasında da devam eder ve sonucunda pek çok tip uyku bozukluğu ortaya çıkar. Uykuya dalmaları uzun süren hastalar, gürültüye çok hassastır gece boyunca sıradan insanlardan çok daha sık uyanırlar.
Müdahale
Tehlikenin geçmesinden uzun süre sonra, travmatize insanlar olayı şimdiki zamanda sürekli tekerrür ediyormuş gibi yeniden yaşarlar. Hayatlarının normal seyrini devam ettiremez.
Zaman travma anında durmuş gibidir.
Travmatik an, anormal bir hafıza formunda kodlanmıştır. Bu da, hem uyanıklık durumu esnasında geçmişe dönüş olarak, hem de uyku esnasında travmatik kabuslar olarak tekrar tekrar ortaya çıkar ve bilinçliliği kesintiye uğratırlar. Küçük, görünüşte önemsiz hatırlatıcı şeyler çoğu kez tüm canlılığı ve orijinal olayın duygusal gücüyle geri dönerek bu hatıraları canlandırabilir. Bu yüzden normalde güvenli ortamlar bile tehlikeli hissedilmeye başlanabilir. Travmatik kabuslar yıllarca artarda değişmeden tekrarlanabilir. Travmatik hatıraların pek çok alışılmamış niteliği vardır. Bunlar yetişkinlerin olağan hafızasındaki gibi, sürüp giden hayat hikayesi içine özümsenmiş sözel, çizgisel bir anlatıda kodlanmazlar.
Travmatik hatıralar zaman içerisinde donmuş gibidir ve kelimeler ile anlatılamaz, ifade edilemezler.
Travmatik hatıralar sözel bir anlatı veya bağlamdan yoksundur; tersine canlı duygular ve imgeler biçimde kodlanmışlardır. İmgelem ve bedensel duyumun hakim olmasıyla ve sözel anlatı yokluğuyla, travmatik hatıralar küçük çocukların hatıralarını andırır. Çocuklar başlarına gelenleri betimlemeye ancak 1,5 ila 2 yaşından sonra başlayabilirler. Dolayısıyla bu yaşlardan önce başlarına gelenleri söz ve kelimelerle ifade edemezler. Her ne kadar ifade edilemese de bu deneyimler silinmez bir şekilde hafızalarına kodlar. İki yaşından önce travmaya maruz kalmış çocuklar deneysel ortamda izlediklerinde davranışlarında ve oyunlarında travmatik hatıra belirtileri gösterdikleri görülür. Ancak travmaya ait hiçbir bilgi aktaramazlar. Ancak olayla ilişkili korkularını büyük bir ölçüde yeniden yaratabilirler. Küçük çocuklara uygun bu hafızanın bu ileri derecede görsel ve dramatik biçimi, yetişkinlerde de altüst edici terör şartlarında harekete geçer/geçirilir.
Deneysel olarak bir insana yüksek seviyede adrenalin ve diğer stres hormonları verilirse oluşan anılar, hafızaya derin izler kazır.
Dr Bessel van der Kolk, yüksek sempatik sinir sistemi uyarılması durumunda hafızanın dilsel kodlamasının inaktif olduğu ve merkezi sinir sisteminin hayatın başlarında hakim olan duyusal ve resimsel biçimlerine geri döndüğünü göstermiştir.
Travmatik hatıraların olağan hatıraları benzemediği gibi travmatik rüyalar da olağan rüyalara benzemez. Bunlar; tıpatıp aynı biçimde, az ya da imgesel işlemden geçmemiş travmatik olay fragmanını içerirler. Aynı rüyalar sık sık tekrar eder; şimdiki zamanda oluyormuş gibi korkutucu bir dolaysızlıkla deneyimlenir. Bu rüyalar esnasında olan küçük, görünüşte önemsiz çevresel uyaranlar, şiddet reaksiyonları açığa çıkarabilir. Travmatik kabuslar insanların olağan olarak rüya görmediği uyku evrelerinde de görülebilir. Bu yüzden uyanıklık da olduğu kadar uykuda da travmatik hatıraların değişmiş bir nörofizyolojik işleyişe dayandığı düşünülmektedir. Travmatize insanlar travma anını yalnızca düşünceleri ve rüyalarında değil eylemlerinde de yeniden yaşarlar. Travma sahnesinin yeniden canlandırılması çocukların tekrarlayıcı oyunlarında çok görülür. Sıradan çocuk oyunlarının tersine travma sonrası oyunlar takıntılı olarak tekrar edilir. Çocuklar kadar yetişkinler de çoğu kez kendilerini terör anını birebir ya da farklılaşmış biçimlerde yeniden yaratmaya zorlanmış hissederler.
Travmatize insanlar kendilerini,
farklılaşmış bir biçim içinde, travma sahnesinin bazı yönlerini
-yaptıkları şeyin farkında olmaksızın-
yeniden canlandırırken bulabilirler.
Travmaları esas asıl aşağılayıcı yönü insanı çaresiz hissettirmesidir.
Travma,
yalnızca mağdur ne demek olduğunu anlamak için
yeni bir mental şema geliştirildiğinde çözümlenebilir.
Mağdur sürekli olarak terör ve hiddetle mücadele eder. Bu duygular sıradan korku ve öfkeden nitelik olarak farklıdır. Travma böyle yoğun duyguları tahrik ettiği için travmatize insan ne yapıp edip ondan kaçınır. Bu yeniden yaşamaktan kaçınma girişimi çok sık bilinçlilikte daralma, başkaları ile çatışmadan çekinme ve yoksullaşmış bir hayatla neticelenir.
Büzülme
İnsan tamamıyla güçsüz ve direnmenin herhangi bir türü beyhude olduğunda bir kendini bırakma durumuna girer. Kendi savunma sistemi tamamen çöker.
Çaresiz insan içinde bulunduğu durumdan, gerçek dünyadaki eylemlerle değil, tersine bilinç durumundaki değişikliklerle kaçar. Benzer durumlar, saldırı karşısında donuk kalan hayvanlarda da bazen gözlenir. Bilinçteki bu değişiklikler üzülmenin ya da travma sonrası stres sendromunun üçüncü büyük semptomu olan uyuşukluğun tam merkezinde yer alır. Bazen kaçılamaz tehlike durumu, yalnızca terör ve hiddete değil, paradoksal biçimde terör hiddet ve acının yok olduğu ilgisiz bir sükunet durumuna neden olabilir. Olaylar bilinçte etki yaratmaya devam eder fakat sanki bu olaylar olan anlamlarından kopmuş gibidir. Travmalar merkezi sinir sisteminde yatıştırıcı ve uyuşturucu ilaçları benzer şekilde iç kaynaklı opioid regülasyonunda uzun süreli değişiklikler yaratırlar. Kendiliğinden çözülemeyen travmatik insanlar alkole ve uyuşturucularla benzer uyuşukluk etkileri üretmeye girişebilirler. Travma mağdurları uykusuzluk, kabuslar, asabilik, öfke patlamalarını kontrol etmeye çalışırken alkol narkotik ve yeme içme bozuklukları geliştirebilirler.
Bilinçteki çözülmeyle ilgili değişiklikler, hatta sarhoşluk bile, toptan çaresizlik anında adaptasyona hizmet edebilmesinin rağmen, tehlike geçince tam tersi hale gelirler. Bu değişmiş durumlar, olan bilinçten duvarlarla ayrılan travmatik deneyimi muhafaza ettiği için sağaltım için gerekli entegrasyonu engellerler.
Travmatize insanlar güvenlik duygusu yaratma ve yayılan korkularını kontrol etme çabası içinde kendi hayatlarını kısıtlarlar, kendilerini izole edebilir, uzun saatler boyunca çalışabilirler…
Travmatize insanlar karşılaştıkları travmalar sonrasında kayıplar ve yaralanmalardan sonra plan yapma ve inisiyatif alma yeteneklerine duydukları güven kaybederler. Batıl inançların artışıyla, uğurlu tılsım ve alametlere daha fazla bel bağlamaya eğimli olurlar. Yetişkinliklerinde de kendilerini koruması ve davranışlarına yol göstermesi için alametler aramaya devam ederler.
1.3. Kopukluk
Travmatik olaylar temel insan ilişkilerinde sorun yaratır. Aile, arkadaşlık, sevgi ve toplum bağlarını kırar. Başkaları ile ilişkileri biçimlendiren ve destekleyen kendilik yapısını paramparça eder. İnsan deneyimine anlam veren inanç sistemlerinin altını oyar. Kurbanın doğal ve ilahi düzene olan inancını zedeler ve kurbanı varoluşsal bir kriz durumuna sokar.
Travmatik olaylar dünyanın güvenli bir yer olması,
kendiliğin pozitif değeri ve yaratılmanın anlamlı düzeni hakkında kurbanın temel varsayımları tahrip eder.
Dünyada kendini güvende hissetme ya da temel güven, hayatın başlarında ilk bakıcıyla ilişkide kazanılır. Bizzat hayatla birlikte başlayan bu güvenli duygusu kişinin ömrü boyunca devam eder. Bütün inanç ve ilişki sistemlerinin temelini biçimlendirir. İlk bakım deneyimi, insanların, ait oldukları bir dünya, konuksever bir dünya tasavvur etmelerini mümkün kılar. Temel güven hayatın devamlılığını, doğanın düzenine ve aşkın ilahi düzeni inancın dayanağıdır.
Yaralanmış askerler veya tecavüz edilmiş kadınlar, annelerine ya da Tanrı’ya seslenirler. Bu çığlıkları yanıt alınmadığında temel güven duygusu paramparça olur. Travmatik insan kendisini tamamıyla yalnız, hayatı destekleyen insani ve ilahi koruma ve bakım sistemlerinin dışına atılmış hisseder. Ondan sonra yabancılaşma ve kopma duygusu, en yakın aile bağlarından en soyut toplum ve din ortaklıklarına kadar her ilişkiye yayılır.
Güven kaybolduğunda travmatik insan kendini hayattan çok ölüme yakın hisseder.
Bakıcı insanlara güven dolu bir bağlanma duygusu kişilik gelişiminin temelidir. Bu bağ parçalandığında travmatik insan temel kendilik duygusunu kaybeder. Bir çocuktan çok daha güçlü olan bir ebeveyn, çocuğun bireysellik ve haysiyetine biraz hürmet ettiğinde, çocuk kendini değerli ve saygıdeğer hisseder; kendine saygısı gelişir.
Otonomi yani bir ilişki içinde kendisini farklı olduğu duygusu da gelişir. Bedensel işlevlerini kontrol edip düzenlemeyi ve kendi bakış açısını biçimlendirip ifade etmeyi öğrenir.
Travmatik olaylar kişinin otonomisini temel bedensel bütünlük seviyesinde ihlal eder. Beden istila edilir, yaralanır, kirlenir. Travmatik olay başkalarıyla ilişkide insanın kendisi olabilmek inancını tahrip eder.
Otonomi üzerindeki normal gelişimsel çatışmayı tatminkar olmayan bir şekilde halletmek, kişiyi utanmaya ve kuşku duymaya eğilimli hale getirir. Buna benzer duygusal reaksiyonlar travmatik olayların sonucunda yeniden ortaya çıkar.
Utanç, çaresizliğe, beden bütünlüğünün ihlaline ve haysiyetin başkalarının önünde başkalarının gözünde zarar görmesine bir yanıttır. Kuşku, başkalarıyla bağlantı içindeyken, kendi ayrı bakış açısını sürdürme yetersizliğini yansıtır.
Travmatik olayların sonucunda mağdurlar hem başkalarından hem de kendilerinden kuşku duyarlar.
Anlamlı bir dünyaya olan inanç, başkalarıyla ilişki içinde şekillenir ve hayatın ilk yıllarında başlar. Birincil yakın ilişkilerde edinilen temel güven inancının temelidir. Temel güvendeki derin çatlak, yoğun utanç, suçluluk ve aşağılık duyguları ve sosyal hayatta travmayı hatırlatan olgulardan kaçmak ihtiyacı; bunların hepsi yakın ilişkilerden çekilmeyi besler.
Travmatik olayın terörü, koruyucu bağlanmalara ihtiyacı yoğunlaştırır. Bu yüzden travmatik insanlar sık sık yalnızlık ve başkalarına kaygı ile yapışma arasında gidip gelirler.
Travma, yalnızca mağdurun iç dünyasında değil yakın ilişkilerinde de uçlar arasında salınan yoğun istikrarsız lığa neden olur.
Tecavüzün asli öğesi, kişinin fiziksel, psikolojik ve moral ihlalidir. İhlal, tecavüzün eşanlamlısıdır. Tecavüzcünün gayesi kurbanını terörize etme, hakim olma ve aşağılama, tamamen çaresiz bırakmaktır. Tecavüz özellikle psikolojik travma üretmek için dizayn edilmiştir, doğası budur.
Yetişkinlere kıyasla görece güçsüz olan çocuk ergenler, zarara karşı özel olarak hassastır. İstismar edilmiş çocuk çalışmaları, psikopatoloji derecesi ile istismarın başlama yaşı arasında ters orantı olduğunu gösterir (ne kadar erken travma, o kadar çok psikopatoloji). Ergenlik çağında terör ve güçsüzleştirme deneyimi, hayatın bu evresinin üç normal adaptif görevini, yani kimlik formasyonu, aile kökeninden kopuş, ve geniş bir sosyal dünyanın açılması, ciddi şekilde sekteye uğratır, gelişimini engeller.
Travmatik olaylar her zaman ilişkilerde hasara neden olduğu için, mağdurun sosyal dünyasındaki insanlar, travmanın nihai sonucunu etkileyecek güce sahiptir.
Travmatize insanların aile, sevgili ve yakın arkadaşlarından beklediği duygusal destek pek çok biçim alır ve travmanın çözülme seyri esnasında değişir.
Çoğu kez terör karşısında yalnız başına kaldığını hisseden mağdurun anlayışlı bir insanın sadece varlığına ihtiyacı vardır.
Bir başınalık duygusunu bir kez yaşayan mağdur, tehlike karşısında bütün insani bağların kırılgan olduğunun derinden farkına varır. Onu bir kez daha yüzüstü bırakmayacak, net ve açık güvencelere ihtiyaç duyar.
Temel güvenlik duygusu bir kez yeniden tesis edilince, mağdurlar kendiliğe pozitif bir bakışı yeniden inşa etmede başkalarının yardımına ihtiyaç duyarlar.
Kendi ‘İç seslerine’ kulak asmayan mağdurlar, daha sonra kendi ‘Aptallıklarını’ ya da ‘Saflıklarını’ öfkeyle eleştirebilirler. Bu insafsız kendini suçlamanın gerçekçi bir yargıya dönüşmesi aslında iyileşmeyi hızlandırır.
Mağdurun kayıplarının yasını tutmak için başkalarının yardımına ihtiyacı vardır. Kederlenmenin normal sürecini tamamlamada yaşanan başarısızlık, travmatik reaksiyonları kalıcı yapar.
Mağdurun sosyal bir desteği yoksa patolojik yas daha patolojik olur ve şiddetli ve inatçı depresyon potansiyeli belirginleşir.
Travmatik deneyimin başkalarıyla paylaşılması,
anlamlı bir dünya duygusunun onarılması için bir ön koşuldur.
Bu süreçte mağdur yalnızca en yakınında olanlardan değil, en geniş toplumdan da yardım bekler. Toplumun yanıtının travmanın nihai olarak çözülmesinde güçlü bir etkisi vardır.
Hukuk sistemi erkekleri korumaya meyilli olduğu için adalet için hukuk sistemine başvuran kadınlar, yaygın olarak bu deneyimlerini ikinci kez tecavüze uğramakla kıyaslarlar.
1.4. Tutsaklık
Tek bir travmatik olay hemen her yerde ve her zaman insanın başına gelebilir. Uzamış, tekrarlayan, ardı arkası kesilmeyen
travmalar ise yalnızca tutsaklık şartlarında olur. Kurbanın mahkum olduğu, kaçıp kurtulamadığı ve failin kontrolü altında olduğu hallere tutsaklık denir.
Böylesi koşullar hapishanede, toplama kampında ve kölelerin çalıştırıldığı kamplarda açık olarak vardır. Ancak günümüzde bunların dışında dinsel mezheplerde, genelevlerde ve organize cinsel sömürünün diğer kurumlarında ve maalesef aile içinde görülebilir.
Siyasi tutsaklık genel olarak bilinen bir gerçekken, kadın ve çocukların ev tutsaklığı çoğu kez gözden uzak tutulur ve pek çok bilinmezden gelinir. Bir insan ev içinde tutsak olduğu zaman fiziksel bariyerlere, pencerelerde parmaklıklar dikenli tellere gerek yoktur; fiziksel bariyerler olmadan da insanlar bu tutsaklıktan kurtulamazlar. Kaçmayı engelleyen bariyerler genellikle görünmezdir. Buna rağmen son derece sağlamdır.
Çocuklar bağımlılık koşullarıyla tutsak edilir. Kadınlar fiziksel zorun yanı sıra ekonomik, sosyal, psikolojik ve yasal boyundurukla tutsak edilir.
Tutsaklık durumunda fail, kurbanın hayatındaki en güçlü kişi haline gelir; kurbanın psikolojisi failin eylemleri ve inancıyla şekillenir. Failler dışardan bakıldığında normal görünürler. Psikopatolojinin sıradan kavramları onları tanımlamada ya da anlamada yetersiz kalır. Faili kolaylıkla tanınabilir, görünür derecede sapık ya da çıldırmış olsa durum çok daha avutucu olurken; günlük yaşamda travmalar yaratan insanlar dışardan bakıldığında sosyal normlara fevkalade duyarlı ve normal görünürler. Davranışları, mükemmel bir kamuflaj sağlar, zira pek az insan olan dışı suçların normal görünüşteki adamlarca işlendiğine inanabilir.
Bir insanın bir başkasını köleleştirmesini sağlayan yöntemler garip biçimde birbiriyle uyumlu dur. Dünyanın dört bir tarafındaki rehinelerin, siyasi mahkumların ve topluma kamplarından sağ çıkanların anlatımları tuhaf bir aynılığa sahiptir.
Toplama kamplarında veya siyasi mahkumlara karşı kullanılan yöntemler organize cinsel suçlarda ve evde kadına boyun eğdirme/çocuklara söz geçirme için kullanılır.
Travmaya neden olanların pek çoğu kullandıkları ‘kontrol etme’ yöntemleri ‘terbiye etmeveya disiplin’ olarak adlandırırlar.
Bir başkası üzerine kontrol tesis etme yöntemleri, psikolojik travmanın sistemli, tekrarlayıcı eziyetlerine dayanır.
Şiddet evrensel bir terör yöntemi olmasına rağmen, fail son çare olarak, nadiren şiddet kullanabilir. Kurbanı daimi bir korku durumunda tutmak için çoğu kez şiddet kullanmak gerekli olmaz. Ölüm ya da ciddi zarar tehdidi, şiddete fiilen başvurmaktan daha sık olarak kullanılır.
Korku, tutarsız ve beklenmedik öfke patlamalarıyla ve önemsiz kuralların kapris olarak dayatılmasıyla daha da artar. Bu tekniklerin nihai yetkisi kurbanı failin her şeye kadir olduğuna, direnmenin yararsız olduğuna ve hayatının, mutlak itaat sayesinde onun müsamahasını kazanmaya bağlı olduğuna inandırmaktır. Failin amacı yalnızca ölüm korkusunu değil, yaşamasına izin verildiği için minnet de duymasını kurbanın aklına sokmaktır. Korku yönetmeye ek olarak faile, kurbanın otonomi duygusunu yok etmeye de uğraşa bilir.
Kronik travma sendromu
Uzamış tekrarlayan travmaya maruz kalan insanlarda, kişiliği istila eden ve kemiren travma sonrası stres bozukluğunun ilerleyici ve tehlikeli bir biçimi gelişir. Akut travma mağduru olaydan sonra ‘kendisi değil gibi’ hissedebilirken, kronik travma mağduru kendisini geri dönülmez şekilde değişmiş hissedebilir ya da bir kendiliği olduğu duygusunu tamamen kaybedebilir.
Herhangi bir travmatik insanın en kötü korkusu dehşet anını tekrar yaşamaktır.
Bu korku kronik istismar kurbanların da görülür. Travmanın tekrarlamasının, travma sonrası stres bozukluğunun tüm aşırı uyarılma semptomlarını arttırması şaşırtıcı değildir.
Kronik olarak travmatize insanlar sürekli aşırı tedbirli, kaygılı ve huzursuzdurlar. Kurbanlar devamlı tetiktedir, gevşemez ya da uyuyamaz. Kronik olarak travmatize insanlar için artık fiziksel sakinlik ya da rahatlığın bir sıfır noktası yoktur.
Zamanla bedenlerini kendilerine karşı dönmüş olarak algılarlar. Yalnızca uykusuzluk ve kaygıdan değil, somatik semptomların sayısız çeşidinden de şikayet etmeye başlarlar: Gerilim tipi baş ağrısı, mide bağırsak bozuklukları, karın boşluğu ve sırt ağrıları en yaygın olanlarıdır. Mağdurlar titremeden, boğulma hissinden ya da çarpıntıdan da şikayet edebilirler.
Bazı kurbanlar durumlarını ve yakınmalarına bu tutsaklığın neden olduğunun farkına varmayabilirler ve aradaki bağlantıyı kabul etmeyebilirler.; yakınmalarına devamlı olarak mantıklı ve elle tutulur neden ararlar.
Kronik travma hastalarında travma sonrası stres bozukluğunun en abartılı hali olan özellikleri kaçınma ve büzülmedir. Kurban sadece hayatta kalma hedefine hapsedildiğinde, psikolojik büzülme adaptasyonun asli biçimi haline gelir. Bu daralma hayatın her cephesi; İlişkiler, aktiviteler, düşünceler, hatıralar, duygular ve hatta duyumlar için bile geçerlidir. Üzülme tutsaklıkta adaptasyonu hizmet ederken, bastırılmış psikolojik kapasitelerde bir türlü öğrenmeye ve yapayalnız bir içsel yaşamın gelişmesine yol açar.
Tutsaklıkta insanlar değişmiş bilinç sanatlarının usta uygulayıcıları haline gelirler; çözülmenin pratiğe geçirilmesi, gönüllü düşünce baskılanması, hafife alma ve bazen toptan inkar vasıtası ile dayanılmaz gerçekliği değiştirmeyi öğrenirler.
1.5. Çocuk istismarı
Erişkin yaşamda ki tekrarlayan travma, kişiliğin daha önce biçimlenmiş yapısını kemirir fakat çocuklukta tekrarlayan travma kişiliği biçimlendirir ve çarpıtır.
İstismarcı bir çevrede kapana kısılan çocuk, Çetin adaptasyon görevleri ile yüz yüze kalır. Kendini korumak ve bakmaktan aciz olduğu için, yetişkin bakım ve korumasının eksikliğini, elinin altındaki tek araçla, gelişmemiş bir psikolojik savunma sistemi ile telafi etmek zorundadır.
İstismarcı bir aile ortamında ebeveyn iktidarının uygulaması keyfi, kaprisli ve mutlaktır. Kurallar tuhaf, tutarsız ve aşikar biçimde adaletsizdir.
Mağdurlar onları en çok korkutan şeyin şiddetin tahmin edilemez doğası olduğunu belirtirler. İstismarı önleyecek bir yol bulmaktan aciz olanlar, tam bir boyun eğme pozisyonu benimsemeyi öğrenirler.
Çocukluk çağında istismara uğrayanların çoğu kaotik ve tahmin edilemez kuralları uyumaya zorlandıklarını vurgularken, bazıları ileri derecede organize bir baskı ve cezalandırma kalıbı tanımlar. Bu mağdurları çoğu kez siyasi mahkûmlarınınkine benzer cezalandırılmalar bildirirler. Çoğunlukla da ebeveynler kurbanları dolaba ya da Bodrum’a kilitler veya bağlarlar; fiilen mahkûm ederler.
Çocuk kurban alarmını harekete geçiren tehlike sinyallerinin adını koymaksızın ya da tanımlamaksızın karşılık vermeyi öğrenir. İstismar edilen çocuk tehlike işaretinin fark ettiği zaman ya istismarcı sakinleştirerek ya da uzak durarak kendini korumaya çalışır. Kaçma girişimleri yaygındır ve 7-8 yaşlarında başlar.
Çocuklar daimi bir otonomik aşırı uyarılma durumunda iken, iç heyecanlarını herhangi bir şekilde göstermekten kaçınarak sessiz ve hareketsiz de olmak zorundadırlar. Sonuç istismar edilen çocuklara özgü fıkır fıkır kaynayan ‘Donmuş ihtiyatlılık’ durumudur.
Şiddet, tehdit ve kurallara uymaya kaprisli zorlama, kurbana azar azar terör zerk ederken ve otomatik itaat alışkanlığı geliştirirken; tecrit, gizlilik ve ihanet; koruma sağlayabilecek ilişkileri de tahrip eder.
Çocukların istismar edildiği aileler, sosyal açıdan kendilerini tecrit ederler. İstismarcılar çocukların akranlarıyla olan aktivitelere katılmasını yasaklayabilir ya da bu aktivitelere dilediği gibi burnunu sokmaya hakkı olduğunda ısrar edebilir. İstismar edilen çocukların sosyal yaşamı gizliliği koruma ve görüntüyü kurtarma gerekliliği yüzünden de ciddi olarak kısıtlanır. Bu yüzden sosyal bir hayat sürüyormuş görüntüsü geliştirmeyi beceren çocuklar bile bunu yapay olarak deneyimlerler.
İlişkilerin son derece bozuk olduğu bu iklimde, çocuk dayanılmaz bir gelişimsel göreve karşı karşıya kalır. Ya tehlikeli ya da onun perspektifinden, ihmalkar ebeveyn ile bir bağ oluşturmanın yolunu bulmak zorundadır. Güvenilmez ve güvenliksiz olan ebeveyni ile kendi arasında bir güvenlik ve temel güven duygusu geliştirmenin bir yolunu bulmak zorundadır. Ve en nihayetinde bu sistemden bir kimlik çıkarmak zorundadır.
Çocuk kendini merhametsiz bir gücün eline terk edilmiş olarak algılamasına rağmen, ümidi ve anlamı korumanın bir yolunu bulmaya çalışır. Ebeveynine inancını korumak için, onlarda bir şeylerin son derece yanlış olduğu şeklindeki birinci ve en aşikar hükmü reddetmek zorundadır çünkü bunun alternatifi son derece umutsuz ve çocuğun kaldıramayacağı, dayanamayacağın bir şeydir. Ebeveyninin tüm kabahat ve sorumluluklarını bağışlamak için ne yapıp edip kendi kaderine bir açıklama kurma yoluna gidecektir.
Çocuk ebeveynleri ile bağlantılarını korumaya çalışırken bir dizi psikolojik savunmaya başvurmak zorunda kalır. Olanları gerçekten olmamış gibi ya görmezden gelir ya hafızadan siler ya da hafife alır rasyonalize eder veya maruz görür.
Kaçmaktan ya da gerçekten dayanılmaz gerçekliği değiştirmekten aciz olan çocuk onun zihninde değiştirir. Çocuk kurban, istismarın hiç olmadığına inanmayı tercih eder.
İstismarın gerçekliğinden kaçmak imkansız olduğunda çocuk onu haklılaştıran bazı anlam sistemleri kurmak zorundadır. Kaçınılmaz olarak çocuk nedenin, kendi doğuştan kötülüğü olduğu sonucunu çıkarır. Çocuk bu açıklamayı erkenden benimser ve bu açıklamaya sımsıkı yapışır zira ona güç, umut ve anlam duygusunu koruma imkanı verir
Şayet o kötüyse ebeveyni iyidir.
Şayet o kötüyse demek ki iyi olmaya çalışabilir.
Bir şekilde bu kaderi kendi üzerine çekiyorsa, demek ki bir şekilde onu değiştirmeye gücü de vardır.
Şayet ebeveynine yanlış davranmaya kendisi sevk ediyorsa, demek ki sadece yeterince çok çalışırsa bir gün onların affını kazanabilecek ve sonunda o çok ihtiyaç duyduğu koruma ve bakımı kazanacaktır.
İstismar edilen çocuklarda görülen bazı davranış ve düşünce kalıpları şunlardır:
kendini suçlama, günah keçisi rolünü üstlenme, öfke ve kendinden nefret etme.
Tecavüz edilen veya cinsel olarak istismar edilen çocuklar kendilerinden tiksinmeyi öğrenirler ve kendiliğin dile tiksinme olur.
Kronik travma altında devamlı kendisinin kötü olduğuna inanan çocuk geliştirdiği bu iç kötülük duygusu nedeniyle devamlı olarak sürekli iyi olma çabalarıyla iç duygusunu kamufle etmeye çalışır. İstismarcısını yatıştırma çabalarında çocuk kurban, çoğu kez harika bir sahne sanatçısı haline gelir. Onun istediği her neyse onu yapmaya girişir. Ebeveyni için empatik bir bakıcı, işinin ehli bir kahya, başarılı bir akademisyen, bir sosyal uyumluluk modeli haline gelebilir. Bütün bu görevleri mükemmeliyetçi bir gayretle yerine getirir ve ebeveynin gözüne girmek için hissettiği ihtiyaçla çalışır. Yeterliliğe erken zorlanma, yetişkin yaşamda önemli mesleki başarılara yol açabilir.
Bununla birlikte kurban genellikle icracı kendiliğini, yapay ve iğreti olarak algıladığı için, dünyadaki başarılarının hiçbiri saygınlığına katkıda bulunmaz. Tersine başkalarının takdiri, hiç kimsenin onu gerçekten tanımadığı kanaatini sadece teyit eder.
Normal gelişim seyrinde bir çocuk, güvenilir ve gerektiğinde yaslanabilir bakıcılara ait iç temsillerin biçimlenmesiyle, güvenli bir otonomi duygusuna erişir, bu temsiller sıkıntı anlarında hatırlanabilir. Güvenli bir bağımsızlık duygusu geliştirmekten aciz olan çocuk kurban, bağımlı olacağı birilerini umutsuzca ve gelişigüzel aramaya devam eder. İstismar edilen çocuklar kendilerine kötü davranan ebeveynlerine yapıştıkları gibi kendilerine kötü davranan yabancılara da sıkı sıkıya yapışırlar.
Kronik olarak istismar edilen çocuklarda, ergenlikten itibaren, öfke, kızgınlık, keder, disfori (kafa karışıklığı, heyecan, kaygı, boşluk hissi ve kendini ileri derecede yalnız hissetme hali), ve umutsuzluk başlar, yetişkinlikte kaygı bozuklukları ve depresyon ile devam eder.
İstismar edilen çocuklar büyürken, büyüyüp kaçacakları ve özgürlüğe kavuşacakları ümidi ile büyürler. Fakat baskıcı bir kontrol çevresinde şekillenen kişilik, yetişkin yaşama iyi adapte olamaz. Mağdur, temel güven otonomi karar alma ve vermedeki temel sorunlarla baş başa kalır. Erken yetişkinlik görevlerine, bağımsızlık, başkaları ile yakınlık tesis etme, öz bakım, kavrama ve hafızada, kimlikte ve istikrarlı ilişkiler kurma kapasitesinde büyük bozulmaların yük altında başlarlar.
Travmatize çocuk hala çocukluğunun tutsağıdır;
yeni bir hayat yaratmaya çabaları çabalarken
travmayla yeniden ve tekrar tekrar karşılaşır.
Yakın ilişkide bulunduğu insanlar, mağdurun koruma ve ilgi açlığı nedeniyle kaçarlar; ilişkilere terk edilme korkusu musallat olur. Bir kurtarıcı arayışı içindeki mağdur, özgül bir ebeveyn çocuk ilişkisi vaat edecek gibi görünen güçlü bir otorite figürü arar. Bağlandığı kişileri idealleştirir, aynı zamanda üzerinde hakimiyet kurulması ya da ihanete uğrama korkusunu uzak tutmaya çalışır.
Bununla birlikte, kaçınılmaz olarak, seçilen kişi fantastik beklentileri hayata geçirmede başarısız olur. Hayal kırıklığına uğradığı zaman mağdur hayranlık duyduğu kurtarıcısına öfke duymaya başlar. Kişiler arasındaki sıradan çatışmalar yoğun kaygı, depresyon ya da öfkeyi tetikleyebilir. Mağdurun zihninde minicik hatır kırmalar duygusuz ihmalin, küçük incinmeler kasıtlı insafsızlığın geçmiş deneyimlerini canlandırır.
Mağdur çatışmaları çözmek için sözel ve sosyal becerilerden yoksun olmaya eğilimli olduğundan, bu çarpıklıklar deneyimle kolay kolay düzeltilemez. Böylelikle mağdur yoğun, istikrarsız ilişkiler, tekrar tekrar kurtarılma, adaletsizlik ve ihanet piyesinde rol alma kalıbı geliştirir ve bu rollerden çıkamaz.
Travmatize olmuş çocuklar yetişkin olduklarında da maalesef tekrar tekrar kurban olmanın riskini taşırlar. Bir kısım mağdur ise geçmişlerindeki travmalara benzer şekilde fail rolünü benimserler ve kendi çocuklarını ve/veya yakınlarını travmatize ederler; kendi çocuklarına saldırabilir ya da onları korumakta başarısız olabilirler. Bir grup mağdur ise kendi yaşadıklarını yaşamaması için ve benzeri talihsizliklerle uğramaması için ellerinden geleni yapar ve çocuklarını travmalara karşı korumaya çalışırlar.
Mağdur yetişkin yaşamın görevleri ile mücadele ederken, çocukluğunun mirası giderek dayanılmaz bir yük haline gelir;
30’lu ya da 40’lı yaşlarda savunmacı yapı kırılmaya başlar.
Çoğu kez hızlandırıcı etken, yakın ilişkilerin dengesinde bir değişimdir: evlilik, bir çocuğun doğumu, bir ebeveynin hastalığı ya da ölümü gibi. Sahte dış görünüş uzun süre korunamaz.
Altta yatan, parçalara ayrılmışlık görünür hale gelir.
Şayet bir kırılma olursa hemen hemen her kategoriden psikiyatrik bozukluğu taklit eden semptomatik biçimler görülebilir.
Mağdurlar akıl hastanesine gitmekten ya da ölmekten korkarlar.
1.6. Yeni bir tanı
Çoğu insanın tutsaklığının yarattığı psikolojik değişiklikler hakkında bir bilgisi ya da anlayışı yoktur. Kronik olarak travmatize insanlara yönelik sosyal yargı, bu yüzden aşırı derecede sert olabilir. Kronik olarak istismar edilen insanların çaresiz ve pasif görünümü, geçmişte takılıp kalmaları, tedavisi zor depresyon ve bedensel şikayetleri ve için için yanan öfkeleri, onlara en yakın insanları çoğu kez hayal kırıklığına uğratır ve rahatsız eder.
Mağdurların inatçı anksiyete, fobi ve paniği, sıradan anksiyete bozuklukları ile aynı değildir.
Mağdurların somatik semptomları sıradan psikosomatik bozukluklarla aynı değildir.
Depresyonları sıradan depresyonda aynı değildir.
Kimliklerinin ve ilişkilerinin gerilemesi, sıradan kişilik bozuklukları ile aynı değildir.
Doğru ve kapsamlı bir tanı kavramı yokluğunun, tedavi açısından ciddi sonuçları vardır çünkü hastanın mevcut semptomları ile travmatik deneyim arasında bağlantı sıklıkla kurulamaz veya göz ardı edilir.
Hastayı mevcut tanı yapılarının kalıbına uydurma girişimleri genelde, en iyi olasılıkla soruna kısmi bir kavrayış ve tedaviye parçalı bir yaklaşımla sonuçlanır.
Kronik olarak travmatize insanlar
genellikle sessizlik içinde acı çekerler,
dahası şikayet ederlerse sorunları iyi anlaşılmaz.
Gerçek bir ilaç stokları olabilir: Başağrısı, uykusuzluk , kaygı ve depresyon ve çok daha fazlası için ayrı ayrı ilaçları olabilir.
İlaçlar hiçbiri altta yatan travma meselesine hitap etmediğinden pek bir işe yaramaz.
Hastaların iyileşiyor gibi görünmeyen bu kronik ve mutsuz halinden yakınları yavaş yavaş sıkılmaya başlar, aşağılayıcı tanı koyma konusundaki istek önüne geçilmez olur.
Bu hastaları değerlendirmek veya tanı koymaya yönelik olarak bugün tanımlanan haliyle bile travma sonrası stres bozukluğu tanısı bile getirince doğru olarak uymamaktadır.
Savaştaki muharip gaziler yakınmalarının aksine uzamış, tekrarlayan travma durumlarında semptomların kinik tablosu çoğu kez çok daha karmaşıktır.
Uzamış istismar mağdurlarında, ilişki ve kimlik deformasyonları söz konusudur. Uzamış, tekrarlayan travmayı takip eden sendrom, kendine ait bir isimlendirmeye ihtiyaç duyar. Dr Herman, ‘Kompleks travma sonrası stres bozukluğu’ demyi uygun bulduğunu belirtiyor. Travmaya verilen yanıtlar tekil bir bozukluktan çok bir durumlar yelpazesi olarak ele alındığında daha iyi anlaşılır.
Kompleks travma sonrası stres bozukluğu
Akıl sağlığı sistemi, uzamış, tekrarlayan çocukluk travması mağdurları ile doludur. Bu insanların arasından iyileşmiş olanlar aslında bunu kendi başlarına yapmışlardır. Mağdurların sadece küçük bir azınlığı, genellikle en şiddetli istismar hikayesi olanlar, eninde sonunda psikiyatrik hasta olurlar.
Çoğu psikiyatrik hastanın çocukluk istismarı mağduru olabileceği unutulmamalıdır.
Dikkatli bir sorgulama, yatarak tedavi gören psikiyatrik hastaların pek çoğunda fiziksel ya da cinsel ya da hem fiziksel ve cinsel çocukluk istismaır hikayesi olduğunu gösterir.
Hasta haline gelmiş çocukluk istismar mağdurları şaşırtıcı bir semptom demeti ile ortaya çıkarlar. Sıkıntılarının genel seviyesi başka hastalarınkinden yüksektir. Semptom listesinin uzunluğunun tamamıyla çocukluk istismarı geçmişi birbiriyle paraleldir.
Fiziksel ya da cinsel istismar hikayesi olan kadınların, diğer hastalarla kıyaslandığında bedenselleştirme, depresyon, genel kaygı, kişiler arası duyarlılık, paranoya ve psikotik yakınmaları (çözülme semptomları) toplum sıklığının çok üzerindedir.
Çocukluk istismarı mağdurları diğer hastalardan çok daha fazla uykusuzluk, cinsel işlev bozukluğu, çözülme, öfke, intihara yönelim, kendini sakatlama, madde bağımlılığı ve alkolizm bulguları gösterirler.
Çocukluk çağında istismara maruz kalan hastalar tedavi ararlarken bulguları genellikle kılık değiştirir.
Çok sayıdaki bedensel yakınmaları ya da ilişkilerindeki zorluklar (yakınlık, giderilemeyen problemler, başkalarının ihtiyaçlarına karşı aşırı hasssiyet, tekrar kurban rolünü alma, boyun eğme) için yardım isterler.
Mevcut sorun ile kronik travma geçmişi arasındaki bağı, ne hasta ne de terapist kabul eder.
Çocukluk istismarı mağdurlarına sıklıkla yanlış tanı konur ve mevcut akıl sağlığı sisteminde yanlış tedavi uygulanır.
Semptomları çok karışık olduğu için tedavileri çoğu kez parçalı ve eksik olur.
Bu hastalara bulguları travma ile ilişkilendirilmeden önce pek çok farklı tanı konulabilir: Somatizasyon (bedenselleştirme) bozukluğu, sınırda kişilik bozukluğu ve çoğul kişilik bozukluğu.
Bedenselleştirme bozukluğu olan hastaların çoğunda sayısız fiziksel şikayetlerine ek olarak majör depresyon, agorafobi ve panik bozukluğu da mevcuttur. Antisosyal veya sınırda kişilik bozukluğu olan tanı hastaların ise çoğu kez majör depresyon, madde istismarı, agorafobi, kaygı ve bedenselleştirme bozuklukları mevcuttur. Kişilik bozukluğu olan hastaların çoğu şiddetli depresyon yaşarlar. Baş ağrısı, açıklanamayan ağrılar, mide bağırsak bozuklukları ve histerik-konversiyon semptomlarını içeren sayısız psikosomatik şikayetleri de olabilir. Somatizasyon bozukluğu olan hastaların, cinsellik, evlilik ve ebeveynlikle ilgili sorunları içeren, yakın ilişkilerde de zorlukları mevcuttur. Çok kişilik bozukluğu olan vakaların neredeyse tamamında bir mağdur çocukluk çağı travması hikayesi mevcuttur; bu genellikle cinsel, fiziksel ya da hem cinsel hem de fiziksel istismardır.
Travma görülüp;
hem hasta hem de terapist tarafından kabul edildiğinde iyileşme süreci başlar.
İKİNCİ KISIM
İYİLEŞMENİN EVRELERİ
2.1 Bir sağaltım ilişkisi
Çocukluğunda psikolojik travma yaşayanların başkalarıyla bağları ya kopmuş ya da güçsüzdür.
İyileşme, mağdurun güçlendirilmesi ve yeni bağların yaratılması üzerine temellenir.
İyileşme, yalnızca ilişkiler bağlamı içinde yer alabilir; tecrit koşullarında iyileşme ve sağaltım mümkün değildir.
Başka insanlarla bağlarını yenileme sürecinde mağdur, travmatik deneyim tarafından hasar verilen veya deforme edilen psikolojik becerileri yeniden geliştirir. Bu beceriler güven, otonomi, karar verme, yeterlilik, kimlik ve yakınlık için gerekli temel kapasiteleri kapsar.
Tıpkı bu kapasitelerinin ilk başta başka insanlarla ilişkilerde biçimlenmesi gibi, burada da böyle ilişkiler içinde yenilenmek zorundadır.
İyileşmenin birinci ilkesi mağdurun güçlendirilmesidir. O kendi iyileşmesinin uzmanı ve hakemi olmak zorundadır. Başkaları tavsiye, destek, yardım, sevecenlik ve bakım sunabilir fakat tedavi sunamaz. Ne kadar doğrudan onun çıkarınaymış gibi görünürse görünsün gücünü mağdurdan almayan hiçbir müdahalenin mağdurun iyileşmesini sağlaması mümkün olamaz. Tedavi ilkeleri, kurbanın gücünü onarma, yalnızlığı azaltma, kurbanın seçim yelpazesini genişleterek çaresizliğini azaltma ve kurbana yaklaşımda daha tüm dinamiklerini karşı koymak olarak tanımlanabilir.
2.2 Güvenlik
İyileşme üç evrede ele alınır:
Birinci evrenin ana görevi güvenliğin tesis edilmesidir.
İkinci evrenin ana görevi hatırlama ve yaz tutmadır.
Üçüncü evrenin ana görevi olağan hayatla yeniden bağ kurmaktır.
Travmatik sendromlar karmaşık bozukluklardır; karmaşık tedaviler gerektirir. Travma biyolojik olandan sosyal olana kadar, insan işlevlerinin her sekmesini etkilediği için tedavi de kapsamlı olmalıdır. İyileşme evreler halinde olduğu için tedavi her bir evreye uygun olmalıdır.
Travmatik sendromlar için etkili tek bir ‘sihirli mermi’ yoktur.
Şayet tanısı konmazsa, travmatik sendromlar uygun biçimde tedavi edilemez. Terapistin birinci görevi, travmatik bir bozukluklarda görülebilecek pek çok sahte kılığın tam farkında olarak, inceden inceye ve bilgili bir tanısal değerlendirme yapmaktır.
Uzamış, tekrarlayan travmadan mustarip hastalarda tanı meselesi o kadar da basit değildir. Kompleks travma sonrası stres bozukluğunda farklı dışavurumular yaygındır. Başlangıç olarak hasta yalnızca fiziksel semptomlarından ya da kronik uykusuzluktan ya da anksiyeteden ya da inatçı depresyondan ya da sorunlu ilişkilerden şikayet edebilir.
Hasta çocukluğunda uzamış istismara maruz kalmışsa, tanı görevi daha da karmaşık hale gelir. Dikkatli doğrudan sorgulamayla bile hasta travmatik geçmişi tam hatırlamayabilir ve başlangıçta böyle bir geçmişi inkar edebilir. Çok sıklıkla hasta travmatik geçmişin en azından bazı parçalarını hatırlar fakat eski istismar ve şimdiki psikolojik sorunları arasında herhangi bir bağlantı kurmaz.
Terapist hastanın travmatik bir sendromdan mustarip olduğuna inanırsa, bu bilgiyi tam olarak hasta ile paylaşmalıdır.
Bilgi güç demektir.
Travmatize insan çoğu kez sadece durumunun doğru adını öğrenince rahatlar. Tanısının aslını öğrenmekle bilgi edinme sürecine başlar.
Artık travmanın kelimesizliğinde hapis değildir.
Deneyimi için bir dil olduğunu keşfeder.
Yalnız olmadığını keşfeder; Başkaları da aynı şekilde hoca çekmektedir.
Kaçık olmadığını keşfeder.
Travmatik sendromu, uç durumlara karşı normal bir insan yanıtıdır. Bu durumdan sonsuza kadar acı çekmeye mahkûm olmadığını keşfeder.
Başkalarının iyileştiği gibi iyileşmeyi umabilir.
Travma sonrası stres bozukluğu olan hastalar aklını kaybedebileceğinden korkarken, kompleks bozukluğu olan hastalar çoğu kez kendilerini kaybettiklerini hisseder. Kendilerinde yanlış olanın ne olduğu sorusu, çoğu kez ümitsizce zihin bulandırıcı hale gelir ve ahlaki yargılara yol açar.
Çoğu hasta adı olduğunu öğrenmekten rahatlasa da bazı hastalar travma sonrası bozukluk tanısına direnir.
Konik çocukluk istismarı mağdurlarında güvenlik tesisi, çok karmaşık ve zaman isteyen bir görev olabilir.
Öz-bakım hemen hemen her zaman ciddi olarak bozulmuştur. Kendine zarar verme davranışları:, kronik intihar eğilimi, kendini sakatlama, yeme bozukluğu, madde kullanımı, dürtüsel risk alma, sömürücü ve tehlikeli ilişkilere tekrar tekrar buluşmayı kapsayan sayısız biçimi olabilir.
Pek çok kendine zarar verme davranışı çocukluktaki istismarın sembolik ya da birebir yeniden sahnelenmesidir aslında.
Daha adaptif kendini yatıştırma stratejilerinin yokluğunda, ‘dayanılmaz’ duygusal durumu düzenleme işlevine hizmet eder. İstismarcı bir çevrede gelişemeyen öz bakım ve kendini yatıştırma kapasitesi, sonraki hayatta, terapi ile özenle yaratılmalıdır.
2.3 Hatırlama ve yas tutma
İyileşmenin ikinci evresinde mağdur travmanın hikayesini, eksiksiz olarak, derinlemesine ve ayrıntılılarıyla anlatır. Bu yeniden yapılandırma çalışması, mağdurun hayat hikayesine entegre edebilmesi için travmatik hatırayı fiilen dönüştürür.
Travmatik hafıza, kelimesiz ve değişmezdir.
Mağdurun baştaki olay anlatımı tekrarlayıcı, basmakalıp ve duygusuz olabilir. Zaman içerisinde gelişmez ya da ilerlemez ya da hikaye anlatıcısının duygularını ya da olayların yorumunu göz önüne sermez.
Temel güçlendirme ilkesi, iyileşmenin ikinci evresi boyunca da uygulanmaya devam eder. Geçmişin dehşetiyle yüzleşme seçeneği mağdura kalır.
Terapist bir tanık ve müttefik rolü oynar. Onun huzurunda mağdur dile getirilemeyen şeyleri dile getirebilir.
Travmanın yeniden yapılandırılması hem hastadan hem de terapistinden büyük cesaret talep eder.
Her ikisinin de hedeflerinde net ve ittifakların daha güvenilir olması gerekir.
Travma hikayesinin yeniden yapılandırılması, olaya zemin hazırlayan şartların gözden geçirilmesi ile başlar, olgunun bir aktarımı olarak yeniden yapılandırılması ile devam eder.
Donmuş imgeleri ve duyunun parçalara ayrılmış öğelerine arasından, hasta ve terapist organize olmuş, ayrıntılı sözel anlatımı,
Anlatı en dayanılmaz anlara geldiğinde hasta kullanılacak kelimeleri çok zorlukla bulur.
Zaman zaman hasta kendiliğinden çizim ya da resim gibi sözsüz iletişim yöntemlerine döner. Travmatik hatıranın görsel tabiatı gözönüne alınırsa resim yapma bu ‘silinmez imgeleri’ e en etkili girişi temsil edebilir.
Mağdur travmayı aktarırken bilinen herhangi bir açıklama sisteminin yetersizliğini hissederek, kötülüğün manasızlığını önünde dilsiz kalır.
Her yaştan ve her kültürden vahşat mağduru, öfkeden çok şaşkınlık içinde konuşarak tüm soruların teke indirildiği bir noktaya varır:
Neden?
Cevap insanın anlama yeteneğinin ötesindedir.
Sonra mağdur neden ben? diye sorar.
Mağdurun kaderinin, keyfi, tesadüfi niteliği, adil, hatta öngörülebilir bir dünya düzenine yönelik temel insan inancına kafa tutar. Eksiksiz bir travma hikayesi anlayışını geliştirmek için mağdur, suçluluk ve sorumluluğa ilişkin ahlaki soruları sormak ve hak edilmemiş acılarına anlam verecek bir inanç sistemini yeniden yapılandırmak zorundadır.
Sonuç olarak mağdur yalnız başına düşünceyi kullanarak bir anlam duygusunu yeniden yapılandıramaz. Adaletsizliğin çaresi eylem de gerektirir.
Hakikatle yüzleşmek için öyle zordur ki mağdurlar çoğu kez hikayelerini yeniden yapılandırılmasında tereddüt ederler. Gerçekliğin inkarı onları deli eder, fakat gerçekliğin tam kabulü herhangi bir insanın dayanma gücünün ötesine götürür.
Travmanın kötülüğünden arınmak için sihirli bir dönüşüm istemek hasta ve terapist açısından anlaşılır bir şeydir. Bununla birlikte psikoterapi, travmadan kurtarmaz.
Travma hikayesinin yeniden anlatılmasının amacı entegrasyonudur; şeytan çıkarmak değildir. Yeniden yapılandırma sürecinde travma hikayesi elbette bir dönüşme uğrar fakat yalnızca daha fazla güncel ve daha fazla gerçek haline gelir.
Travma kaçınılmaz olarak kayıp getirir. Fiziksel olarak yararlanamayacak kadar şanslı olanlar bile, güvenle başkalarına bağlanan bir kendiliğin içsel psikolojik yapılarını kaybederler. Fiziksel hasar görenler ek olarak bedensel bütünlük duygularını da kaybederler.
Bu yüzden travma hikayesini anlatmak kaçınılmaz olarak mağduru derin bir kedere gark eder.
Kayıpların çoğu o kadar görünmez ve kabul edilmezdir ki, geleneksel yas tutma ritüeli çok az bir avuntu sağlar.
Yasa boğulma, iyileşmenin bu evresinin hem en gerekli hem de en korkulan görevidir. Hastalar çoğu kez görevin aşılamaz olmasından, üzülmeye başlamak için kendilerine bir kez izin verince bir daha duramamaktan korkarlar.
Sıklıkla mağdur yalnızca korkudan değil, gururdan dolayı da yasa direnir. Faili zaferden mahrum etmenin bir yolu olarak kederi bilinçli olarak reddedebilir. Bu durumda hastanın yasını aşağılamaktan çok, bir cesaret edemi olarak yeniden çerçevelemek önemlidir. Hasta kederlenmekten ne kadar acizse, kendisinin bir parçasıyla o kadar ilişkisi kesilir ve sağaltımın önemli bir parçasından o kadar mahrum kalır.
Keder de içinde olmak üzere, duyguların tüm çeşitlerini hissetme kabiliyetine kavuşma, failin niyetine boyun emekten çok bir direnme edimi olarak anlaşılmalıdır.
Hasta kaybettiği her şeyini yasını tutarak, tahrip edilemez iç hayatını keşfedebilir. Yas tutma çok zor olduğundan; yas tutmaya direnç, belki iyileşmenin ikinci evresindeki durgunluğun en yaygın nedenidir.
Yas tutmaya direnç sayısız kılık alabilir. En sık intikam, bağışlama ya da telafi yoluyla bir sihirli çözüm fantezisi olarak ortaya çıkar.
Bir failin hakiki pişmanlığı nadir bir mucizedir. Bereket versin ki mağdurun beklemesi gerekmez. Sağaltımı kendi hayatındaki onarıcı sevginin keşfine dayanır. Bu sevginin faile de genişletilmesi gerekli değildir. Mağdur travmatik olayın yasını tuttuktan sonra faile karşı nasıl kayıtsız hale geldiğini ve onun kaderinin kendisini pek de ilgilendirmediğini keşfedince şaşırabilir. Onun için üzüntü ve şefkat hissedebilir fakat bu başıboş duygular bağışlama ile aynı şey değildir.
Terapistin hastaya karşı sorumluluğu hikayesine dürüst bir tanık olmaktır.
Görünen adaletsizliğin kabulü güçlenmenin başlangıcını sağlar.
Mağdurun iyileşmesini tam kontrol altına alabilmesinin yegane yolu, bunun sorumluluğunu almasıdır. Tahrip olmamış güçlerini keşfedebilmesinin yegane yolu, onları sonuna kadar kullanmasıdır. Sorumluluk almanın, ya da umutsuzluk anında ya da tutsaklıktaki yavaş yozlaşma sırasında başkalarına zarar vermiş mağdurlar için ilave bir anlamı vardır. Mağdurun kendi moral bütünlüğünün kaybı için yas tutması gerekir. Kronik çocukluk çağı travması mağdurları yalnızca kaybolan şey için değil, hiçbir zaman kaybetmeyecekleri şeyler içinde kederlenme külfeti ile yüz yüze kalırlar.
Onlardan çalınan çocukluk, tekrar yerine konamaz bir şeydir.
Temel güvenin köklerine, yani iyi bir ebeveyne inancın kaybına yas tutmaları gerekir. Kaderlerinden sorumlu olmadıklarını kabul etmeye başlarken, çocuklukta yüzleşemedikleri varoluşsal umutsuzlukla karşılaşırlar.
Travmaya uğramış insanlar hiçbir zaman travmalarını unutmazlar; Hiçbir zaman unutamayacaklar, yaşadıkları müddetçe her gün travmayı düşünecekler, her gün keder duyacaklar.
Fakat travmanın mağdurun hayatında artık merkezi bir yer işgal etmediği zamanlarda gelir. Travmanın yeniden yapılandırılması asla bütünüyle tamamlanmaz. Yeni çalışmalar ve meydan okumalar, hayatın ismim her yeni evresinde kaçınılmaz olarak travmayı yeniden uyandırır ve deneyimin kimi yeni cephelerini ışık tutar. Bununla birlikte hasta kendi geçmişini ıslah ettiği ve hayata katılmak için umut ve enerji yenilediğini hissettiğinde, ikinci evrenin temel işi tamamlanmış olur; zaman yeniden işlemeye başlar.
Bir hikaye ‘anlatma edimi’ sonuna gelindiğinde travmatik deneyim gerçekten geçmişe ait olur. Bu noktada mağdur hayatını şimdi de yeniden inşa etme ve gelecek özlemlerinin peşinden gitmek görevi ile baş başa kalır.
2.4 Yeniden bağ kurma
Travmatik geçmişle uzlaşınca, mağdur bir gelecek yaratma görevi ile yüz yüze gelir.
Travmanın tahrip ettiği eski kendiliğinin yasını tutmuştur; artık yeni bir kendilik geliştirmesi gerekir.
İlişkileri sınanmış ve travma tarafından sonsuza kadar değiştirilmiştir; artık yeni ilişkiler geliştirmesi gerekir.
Hayatına anlam veren eski inançlarına meydan okunmuştur; artık yeniden destekleyici bir itikat bulması gerekir.
İşte bunlar iyileşmenin üçüncü evresinin görevleridir.
Bu işin tamamlanmasıyla mağdur dünyasını ıslah eder.
Kişiliği travmatik bir çevrede şekillenen mağdur, iyileşmenin bu evresinde çoğu kez sanki yeni bir memlekete giden sığınmacı gibidir. Geride bıraktığından radikal olarak farklı bir kültürde, yeni bir hayat kurmak zorundadır. Mutlak bir kontrol çevresinden çıkar çıkmaz, şaşkınlık ve özgürlüğün belirsizliğini ve kaybedilen ve yeniden kazanılan dünyaları fark ederler.
Mağdur bir kez daha bedeninin bakımına, yakın çevresine, maddi ihtiyaçlarına, başkaları ile ilişkilerini enerji hasreder.
İyileşmenin üçüncü evresinde travmatize insan, bir kurban olduğunu kabul eder ve kurban olmasının etkilerini anlar.
Artık hayatındaki travmatik deneyimin derslerini içselleştirmeye hazırdır. Güç ve kontrol duygusunu artırmak için, kendisine gelecekteki tehlikelere karşı korumak için ve güvenmeyi öğrendiği insanlarla ittifaklarını derinleştirmek için somut adımlar atmaya hazırdır.
Gerçek hayat şartlarında gücü eline alma, çoğu kez tehlikeyle yüzleşmek için bilinçli bir tercih içerir. Yeni deneyimleri pasif olarak kabul etmekten çok, korkularını aktif olarak kullanmayı seçebilir.
İstismarcı ailelerde yetişen mağdurlar, çoğu kez ailevi suskunluk kuralıyla yıllarca işbirliği yaparlar. Aile sırrını korumakla, onlara ait olmayan bir yükün ağırlığını taşırlar.
İyileşmelerinin bu noktasında mağdurlar, suskunluk kuralı geri dönülmez şekilde kırılan ailelerini ifşa etmeyi seçebilirler. Böyle yapmakla utancın, suçluluğun ve sorumluluğun yükünü reddeder ve bu yükü gerçekte ait olduğu yere, faile, yüklerler.
Başarılı bir ifşaatı hemen hemen her zaman hem sevinç hem de hayal kırıklığı takip eder. Bir yandan mağdur kendi cesareti ve meydan okumasına şaşırır. Artık ailesi tarafından korkutulup sindirildiğini ya da yıkıcı aile ilişkilerine katılmaya zorlandığını hissetmez. Artık sır tarafından sınırlandırılmış değildir. Saklayacak hiçbir şey yoktur. Diğer yandan ailesinin zaaflarını daha net görür. Ve onlara yönelik ne bir ümit ne de beklenti taşımaya devam etmez.
Mağdur artık travmatik geçmiş tarafından sahiplenilmediğini hisseder. O artık kendisinin sahibidir.
Eskiden olduğu kişiyi ve travmatik olayın bu kişiye verdiği hasarı epeyce anlar. Artık görevi, olmak istediği kişi olmaktır. Bu süreçte travmadan önceki zamanda, bizatihi travma deneyiminde, ve iyileşme döneminde kendisinin en değer verdiği yönlerine başvurur.
Bu öğlerin hepsinin bütünleşmesi hem ideal olarak hem de fiilen yeni bir kendilik yaratır.
Kendine yeniden sahip çıkmak, çoğu kez travma tarafından dayatılan kendiliğin bu cephelerinin reddedilmesini gerektirir. Mağdur, kurban kimliğinden sıyrılırken, varlığıyla neredeyse iç içe hissettiği kendisinin parçalarından da feragat eder. Bu süreç mağdurun hem fantezi hem de disiplin kapasitesine meydan okur. Özellikle travmatik bir çevrede büyüyen ve normalliği ilk kez yaşayan mağdurlara bu huzurlu gündelik yaşam zaman zaman acayip gelebilir.
Mağdurlar travmatik çevre tarafından biçimlendirilen
kendilerinin bu yönlerini tanır ve bırakırken
kendilerine karşı daha bağışlayıcı da olurlar.
Bu hasarların kalıcı olması gerektiğini artık düşünmediklerinde, karakterlerine yapılan hasarı kabul etmeye daha istekli olurlar. Mağdurun yeni hayatındaki artan bir güç pozisyonundan baktığında travmatik durumdaki güçsüzlüğünün daha iyi farkına varır ve bu şekilde kendi adaptif kaynaklarını daha çok takdir eder. Travmatize olmuş kurbanın kendiliği için şefkat ve saygı bir mağdur kendilik kutlaması ile birleşir.
İyileşmenin bu evresi başarılırken mağdur çoğu kez yenilenmiş bir gurur duygusu hisseder. Bu sağlıklı kendilik hayranlığı, bazen kurban olmuş insanlar da bulunan büyüklenmeci özel olma duygusundan farklıdır. Kurbanın özel olması kendinden tiksinme ve değersizlik duyguları telafi eder.
İyileşmenin bu evresinde hasta başkalarına bağlı kalırken otonomi hissetme yeteneğini de yeniden kazanır, başkalarına saygı duyarken kendi bakış açısını ve kendi sınırlarını sürdürebilir.
Artık hayatının bu döneminde kendiliğindenliğe ve mizaha daha fazla yer vardır.
Hayatın kendini gözlemlemek için daha büyük bir kapasitesi ve iç çatışmalara daha büyük bir toleransı vardır.
Travmanın çözümü asla nihai değildir.
İyileşme asla tamamlanmaz.
Travmatik bir olayın etkisi, mağdurun hayat döngüsü boyunca yankılanmaya devam eder. İyileşmenin birinci evresinde başarıyla çözülen mesele, mağdur gelişimindeki yeni kilometre taşlarına ulaşırken yeniden uyanabilir. Evlenme ya da boşanma, ailede bir doğum ya da ölüm, hastalık ya da emeklilik çoğu kez travmatik hatıraların dirilmesine vesile olur. Travmasıyla başarıyla baş etmesini öğrenen bir kişi evlendiğinde ya da ilk çocuğu olduğunda ya da çocuğu kendi istismarının başladığı yaşa geldiğinde semptomlarının geri dönüşünü yaşayabilir.
Dr.Banu Taşçı Fresko tarafından, kendisine ait www.banutascifresko.com adlı site üzerinden gerçekleştirilen internet ortamındaki faaliyetler kapsamında çerezler kullanılmaktadır.
Çerez ayarları tercihlerinizi kaydedebilmemiz için kesinlikle gerekli çerezler her zaman etkin olmalıdır.
Bu çerezi devre dışı bırakırsanız, tercihlerinizi kaydedemeyiz. Bu da, bu web sitesini her ziyaret ettiğinizde çerezleri tekrar etkinleştirmeniz veya devre dışı bırakmanız gerekeceği anlamına gelir.